Enerji Sosyoloğu Peter Grimes ile Söyleşi – 2003

  Ekoloji / Yaşam, Peter Grimes

Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, […] ile gösterilmiştir.

ABD’nin küresel bir kapitalist imparatorluk yaratma çabası, dünya hem küresel ısınma hem de petrolün tükenmesi deneyimlerini yaşarken başarısız olacaktır. Devletin çökmesini, etnik çatışmaların artmasını ve toplumsal bir kaosa düşmeyi bekleyebiliriz.

Peter Grimes, paradigması toplumu yaşamdaki enerji akışının bir parçası olarak incelemek olan bir siyaset sosyologdur. Bu söyleşi, Baltimore Bağımsız Medya Merkezi Kolektifi üyesi sosyolog Howard Ehrlich tarafından yapıldı. Söyleşi Kristie Kozenewski tarafından yazıya döküldü ve Grimes ve Ehrlich tarafından beraberce redakte edildi.

Ehrlich (E): Analizinizin başlangıç noktası nedir?
Grimes (G): Enerji.

E: Neden?
G: Tüm yaşamın enerji gerektirdiği, ve molekülleri aksi takdirde doğal olarak olamayacakları bir duruma getirmenin enerji kullanımıyla sağlandığı termodinamiğin bir yasası, evrenin bir kanunu. Bu yıldızlar gibi diğer sistemler için de doğruyken, yaşamı yıldızlardan farklı kılan şey, yıldızların aksine yaşamın kendisini sürdürmek için çevresini değiştirmesidir.

E: Ancak çevrenin kendisi de sürekli değişiyor.
G: Evrenin adapte edici olmasının ve evrimin daima sürmesinin nedeni bu.

E: İklim ve iklim değişikliği üzerine konuşalım. Bugün iklim zamanın başka bir dönemine, 10.000 yıl veya 20.000 yıl öncesine göre farklı mı?
G: Evet. İklim daima değişmekte olan bir örnek. Tüm yaşamın değişiyor olması gibi, iklim sistemi de yaşamdan, ve belki de daha önemlisi gayri-yaşamdan [ing. non-life] etkilenir. İnsanların ortalıkta gezinmesinden çok önceleri, iklim devamlı değişmekteydi. İklimin değişmesi, ikisi kuvvet olan üç şeyin bir sonucu olmuştur. Birisi güneşden sağlanan enerji kaynağıdır, bu bir kuvvettir. İkincisi gezegenden dışarıya doğru olan enerji akışıdır –ki bu radyoaktiftir ve bu nedenle ısı üretir. Ayrıca bu sıcaktır, çünkü hala sıkışma sürecindedir. Üçüncü unsur havadaki maddelerdir; kendileri değişmekte olan ve havayı oluşturan moleküller; ve ısının yeryüzü yüzeyini terk etmesine ve uzaya yayılmasına olanak tanıyacak bir hızla iklimin kompoziyonu değişmektedir. Tarihsel –yerküredeki insanlardan çok daha geriye ggiden “büyük tarih” anlamında– olarak, yerkürenin atmosferi büyük nitrojen, metan ve diğer gaz kümelerinden meydana geliyordu; bunlar bir bütün olarak bugün bildiğimiz anlamdaki yaşam için uygun değildi, ve ısıyı bugünkü iklimden çok daha etkin ve verimli bir şekilde hapsetme eğilimindeydiler. Uzun dönemde olan şey, yaşamın –özellikle fotosentez yapan bitki yaşamının– gelişmesi, atmosfere oksijen pompalamaya ve karbondioksiti emmeye başlaması oldu. Isı kaçışı noktasında, oksijen karbondoksitten daha temiz bir gazdır. Sonuç, gezegenin geçen milyonlarca yıl boyunca soğuması oldu. Uzun dönemli eğilimin örnekleri, her ikisi de kalsiyum karbonattan meydana gelen Dover’daki Beyaz Kayalıklar ve Calvert Kayalıkları’dır. Kalsiyum karbonat bir zamanlar hayvan ve bitkiler tarafından emilen atmosferdeki karbondioksitti; bunların iskeletleri okyanusun dibine çöktü ve kalsiyum karbonat olarak katılaştı. Bu hep eskiden atmosferde olan, ancak artık olmayan CO2’nin iyi bir örneğidir. Ancak son birkaç yüzyıl içinde bizler, ilk önce odunu yakarak, ardından kömürü yakarak, ve bugün ise petrolü yakarak uzak bir geçmişte hayvan ve bitkilerce depolanmış veya emilmiş olan karbondioksitin bir kısmını aldık ve onu atmosfere geri verdik; böylece uzun dönemli eğilimi tersine çevirdik. Bunun küresel sonucu, gezegenin ısısının ortalama 4-5 derece ve CO2’nin 1800’deki milyon başına 200’den biraz fazla olan parçacık sayısının bugün milyon başına 350 ile 370 arası bir parçacık sayısına yükselmesi oldu. Bu pek büyük gözükmeyebilir, ancak bu neredeyse iki katı. Size bir fikir vermek için, milyarlarca yıl önce atmosferde milyon başına 2.700 parçacık sayısı vardı, yaşamın bunu temizlemesi uzun zaman aldı. Şimdi biz bütün bu karbonu geri pompalayarak CO2 düşüşünü tersine çeviriyoruz. CO2 seviyesinin bugünkü kadar yüksek olduğu en yakın dönem, 100 milyon yıl önce dinazorların dönemiydi.

E: Çevre bilimciler arasında ısının yükseldiğine dair bir görüş birliği var mı?
G: Evet. Bu soru üstünde –küresel ısınmadan politik olarak rahatsız olanlar arasında bile– bir tartışma yok. Bunun olduğuna dair hiçbir tartışma yok. Tek tartışma bunun gerçekleşme hızı ve en sonunda ulaşabileceği seviye hakkında.

E: Isıdaki artışın kültürel ve sosyal etkileri nelerdir?
G: Kültürel etkilerinin neler olduğu hakkında bir şey söyleyemem. Çevresel etkilerinin, ve böylece toplumsal etkilerinin neler olduğunu anlatabilirim. Öldürücü hastalıkların sıklığı ve yaygınlığında bir artış gözlenecek.

E: Neden?
G: Isıyı arttırdığınızda –belli bir noktaya kadar tabii–, daha yüksek sıcaklıklarda kuvvetlenme eğiliminde olan mikro organizmalar için çevrenin uygunluğunu da artırmış olursunuz. Kutuplarda, ve hatta ılıman bölgelerde bulunmayan hastalıklara tropikal bölgelerdeki rastlamanız bunun bir örneğidir; ve tropikal hastalıkların kutuplara doğru yayılmasını bekleyebiliriz: Dang Humması Orta Amerika’dan Meksika’ya doğru ve şimdi Birleşik Devletler’in güney kısmına doğru ilerlemekte. Sıtma, tamamen kökü kurutulduğu düşünülürken, 50-70 yıl sonra Birleşik Devletler’de yeniden ortaya çıktı. Bir etmen budur.
İkinci etmen, hastalığın tehlikesinin hem nüfus yoğunluğundan hem de genetik mutasyondan etkilenmesidir. SARS, bugün oldukça rutin olan ancak yüksek ısı koşullarında hızlanan bir süreç olan genetik mutasyonun bir örneği. Tehlikeliliği yine nüfus yoğunluğu tarafından belirlenmektedir; ve gezegende eskiye göre daha büyük bir nüfus yoğunluğumuz var. Yoğunluğun tehlikeliliği arttırmasının sebebi, insanların daha sıkış tıkış olmasının hastalığın kişiden kişiye geçmesini hızlandırmasıdır. Böylece kötü hastalıklar nüfus içinde daha uzun süre yaşabilirler, çünkü tamamen yok edilmeden önce gezinebilecekleri çok daha fazla ev sahibi vardır. Daha az nüfus yoğunluğunun olduğu koşullarda, tehlikeli, kötü bir hastalık başka bir potansiyel ev sahibi bulma fırsatı edinmeden önce sahibini öldürebilir. Çok yoğun bir şekilde nüfusu olan kentsel durumlarda bu kısıt ortadan kalkmıştır, ve kötü bir virüs oldukça hızlı bir şekilde yayılabilir. Bu, toplumun başına gelebilecek değişikliklerin bir örneğidir (ölüm oranlarında artış).

E: Peki antibiyotikler?
G: Hastalıklar mutasyon geçirdikleri ve antibiyotiklerin onları öldürmek için kullandıkları mekanizmalardan sakındıkları için, antibiyotikler giderek etkisiz hale geliyorlar. Bu bizzat endişe kaynağı olan başka bir nedendir. Bir salgın hastalık uzmanın hastalıkların, bugünkü gelişme hızıyla kısa zaman içinde –onlarla başa çıkabilme yetimiz anlamında– antibiyotikler öncesi döneme geri döneceğimizi söylediğini duydum. Bu, bakteriyel hastalıklarla uğraşma yetimizi kaybedeceğimiz anlamına geliyor.

E: Peki ya genetik haritalama ve potansiyel [genetik] mühendislik konuları; bu süreci yavaşlatma imkanı var mı?
G: Evet. Aslında daha geçenlerde Science dergisinin kapağında SARS virüsünün haritası ile ilgili bir hikaye vardı; bunun öncesinde sıtmanın genetik şifresini çözmüşlerdi. Bunların bu hastalıklarla savaşma kapasitemizi etkileyip etkilemeyeceği, ve nasıl etkileyeceği bana göre henüz belirgin değil.

E: İklim değişikliğinin tarıma etkileri nelerdir?
G: Bunu ortaya getirdiğin için sana teşekkür ederim, çünkü gerçekleri maddelememiştim –hastalık konusuna değinmiştim ve belki de daha önemlisi tarımsal [sorunlar]. Olan şeylerden birisi zamanımızın tercih edilen ana ürünleri –pirinç, buğday, ve mısır– için uygun olan iklim alanlarının, bu ürünlerin doğal hareket etme hızından daha hızlı bir şekilde kuzeye kaymasıdır. Artık iklim kuzeye kaydıkça daha kuzeyde de ekim yapabiliriz, ancak bu ürünlerin en iyi yetiştiği topraklar milyonlarca değilse bile binlerce yılın bir sonucu; yani hava koşullarının uygun olduğu yerlerde, daha kuzeydeki toprakların ürünlere uygun olması gerekli değil. Böylece kuzey Saskatchewan’da veya kuzey Britanya Kolombiyası’nda buğday, veya mısır, veya pirinç yetiştirmek mümkün olmayabilir, çünkü hava koşulları iklimin uygun olabileceği kadar ısınsa bile, toprak bu ürünlerin yetiştirilmesi için uygun olmayacaktır.

E: Ürünler değiştikçe, sanırım bunun nüfusun geleneksel ürünlerle beslenmesi yetisi üzerinde güçlü etkileri olacaktır.
G: Kesinlikle. Bu ürünlerin mevcudiyetinin de, onları yetiştirmek için uygun olan koşulların azalmasıyla beraber düşeceğini bekleyebiliriz. Bu nedenle bu ürünlerin fiyatları yükselecektir ve onları üretmek için gerekli olan enerji girdisi miktarı artacaktır, çünkü bu ürünlerin artık doğal bir şekilde yetişmediklerini aklımızda bulundurmalıyız; bizim sürekli olarak gübre, böcek ilacı ve su girdilerini kullanmamız sayesinde yetişmektediler. Böyleyken, günümüzde dünya suyunun % 70’i insanların kullanımı için değil, tarımsal tüketime ayrılmaktadır. Yine de gezegendeki buz doruklarının ve buzulların erimesi, ürünleri beslemek için kullandığımız su kaynaklarını besleyecek giderek daha az taze su olacağı anlamına geliyor. Sonuç olarak, hem ürün tüketimi hem de insani tüketimi için taze su ihtiyacının giderek artacağını bekleyebileceğimiz bir zamanda, uzun vadede taze suyun azalmasını yaşıyoruz. Bunun anlamı gıda fiyatlarının artacağıdır, ve tarihsel olarak fiyat bile konulmayan suyun Dünya Bankası’nın tavsiyeleri doğrultusunda hızlı bir şekilde fiyatlandırılmaya başlanmasıdır. Dünya Bankası doğrudan bunun yapılmasına karışmamış olsa bile, su muhtamelen zaten metalaşacaktı. Bu yoksulların yanlızca açlık çekmeyeceği, aynı zamanda susuzluk ve/veya susuzluktan kaçınmak için kirli suları içmeleri nedeniyle ölecekleri anlamına gelir. BBC’de Bağdat yakınındaki bir nükleer tesisin hemen yanında oturan bir ailenin acıklı hikayesini dinledim. Mesken kıtlığı nedeniyle tesisin gözetleme kulesi olan yerde yaşıyorlardı ve tesisin suyunun yüksek radyoaktivite içerdiği bildiriliyordu. Bunun büyük bir talihsizlik olduğunu, ancak su içmezlerse susuzluktan öleceklerini söylüyorlardı. Bu sanırım yoksulların dünyada giderek nasıl yaşayacaklarını gösteren bir metafor.

E: Bunun azalan kaynaklar nedeniyle artan bir savaş halinin habercisi olduğunu düşünüyor musunuz?
G: Evet. Böyle olacağını bekliyorum. Orta Doğu’daki petrolle ilgili savaşların gelecekte bekleyebileceğimiz çeşitli kaynak savaşlarının bir habercisi olduğunu düşünüyorum. Tarihsel olarak, her ulusun içindeki elitler kendi ulusal sınırlarının içindeki ve dışındaki değerli kaynakların denetimi için rekabet edegelmişlerdir. Emperyalizmin asli güdülerinden birisi budur. Yüzyılllarca önce gümüş ve altın gibi değerli madenlere erişim için birbirleriyle savaştılar, ve bugünkü dönemde bilinen petrol havuzları için savaşıyorlar. Gelmekte olan çağda, feodalizm döneminde olduğu gibi gıda ve tarımsal topraklarla ilgili savaşların artacağını göreceğiz muhtamelen.

E: İklim konusunu geçmeden önce, iklim değişikliğinin diğer etkileri nelerdir?
G: İklim değişikliği, küresel kapitalizmin ulusalararası güç hiyerarşisinin zirvesinde yer alan neredeyse-eşit devletler arasında bir rekabet olması [özelliğinin] giderek azaldığı, ve giderek Birleşik Devletlerde merkezileşmiş konsolide bir imparatorluk olduğu bir tarihi noktaya denk düşüyor gözükmekte. Genel olarak bu imparatorluk, ve her bileşen “ülke” içindeki gelir farklılıkları geometrik bir şekilde büyüyor, ve bu gelir eşitsizlikleri kaçınılmaz bir şekilde yoksulların küresel sayısının zenginlerin sayısından çok daha hızlı bir şekilde arttığı anlamına geliyor. Bu nedenle küresel ısınma nedeniyle nüfusun üzerindeki daralan çevresel kısıtlar (gıda ve su fiyatlarının yükselmesi gibi) nüfusun yoksul olan çoğunluğu tarafından hissedilecektir; [bu] çeşitli toplumsal kırılmalara ve çatışmalara –devletler arasından ziyade devletlerin kendi içlerinde daha çok– yol açacaktır. Yani ideolojik meşrulaştırmaları ne olursa olsun, kronik ve sürekli içsel savaşlar bekleyebiliriz.
Bu noktayı açıklığa kavuşturmak için bir misalle konunun dışına çıkmama müsade edin. Kapitalizmin yeni alanlara (tipik olarak askeri fetihlerle) yayıldığı her seferde, bunun öncüleri her türlü kullanışlı maddeyi metaya –kullanımı için para gerektiren bir şeye– dönüştürmeyi amaçlamışlardır. Bunu yapmak için genellikle o nesnenin veya sürecin –aynen Dünya Bankası’nın dünya genelinde suyu “özelleştirmek”le yapmaya çalıştığı gibi– üretimini ve dağıtımını ele geçirmeye ve denetlemeye çalışmışlardır. Bu “metalaştırma” süreci (denetlenebilecek her şeyin fiyatlandırılması) tarihsel olarak kapitalist olmayan, ve daha önce bu malların ücretsiz olarak mevcut olduğu (veya en azından eski gelenek kurallarına göre dağıtıldığı) toplumlara dayatıldığı için, anlaşılır bir şekilde halk ayaklanmalarına yol açtı. Bu ayaklanmaların ideolojisi zamanının düşüncelerine göre değişiklik gösteriyordu; ve açıkça monarşi yanlısından (“Çitleme” hareketlerine karşı direniş sırasında 17nci Yüzyıl İngiltere’sinde) bunun tam karşısındaki Komünist (20nci Yüzyılın başında Çin ve daha sonraki dönemlerinde Latin Amerika) olanına kadar harita üzerinde geziniyordu. İdeolojik çeşitliliğine karşın bu hareketlerin her birinin ortak noktası metalaşmaya, kapitalizmin dayatılmasına, topluluğun zenginlik ve ödeme gücü kategorilerine göre tabakalaşmasına karşı olan direnişti.

E: Ve aynı toplumsal süreç Orta Doğu’da kendisini yineliyor.
G: Doğru. 1970’lerin ortasında OPEC’in politik gücü zirvedeyken, petrolün fiyatı geçmişteki ve bu tarihten sonraki dönem için en yüksek değerine çıkmıştı. Bu yüksek fiyatlar, petrol üreticisi devletlerin nüfusları için dünyanın gıpta ettiği –Kuzey ülkelerinin sosyal-demokrat hükümetlerinin sağladıklarından çok daha iyi olan– toplumsal refah programlarını finanse etmelerine imkan tanıdı. Özellikle beşikten mezara ücretsiz sağlık hizmetleri, üniversiteye kadar ücretsiz eğitim sağlamayı başarabildiler. Ancak, 1970’lerin ortasındaki zirvenin ardından OPEC’in tekelci gücünün (kısmen Britanya’nın Kuzey Denizi’nde ve ABD’nin Alaska’nın Kuzey Hattı’nda petrol çıkarması nedeniyle) azalmaya başlamasıyla beraber, petrolün gerçek fiyatı devamlı bir düşüşe geçti. Uzun vadeli sonuç OPEC devletlerinin hükümet bütçelerinin de zorunlu olarak düşmesi, otokratik pratiklerine rağmen bu hükümetlerin meşruiyetini sağlayan toplumsal hizmetlerin kesintiye uğraması oldu. Böylece kendi nüfuslarını küresel kapitalist metalaştırmanın bölücü kuvvetlerine karşı koruma[larını] sağlayan kolektif yetileri aşındı, halklarını doğrudan doğruya kapitalist dünya piyasanın kuvvetleriyle karşı karşıya bıraktı. Her yerde olduğu gibi, metalaşmanın temerküz etmesi kapitalist olmayan yapıyı ve bunun sağladığı korumaları silip süpürdü. Benzer şekilde, başka yerlerde de olduğu gibi tepki şiddetli bir direnişin ortaya çıkması oldu. Ancak bu sefer, SSCB’nin çökmesi ve –bence doğru olmayan bir şekilde– Marksist ideolojinin itibarsızlaşması nedeniyle, elverişli olan ideoloji İslam oldu. Daha eski toplumlarda kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin temerküz etmesine karşısında ayaklanmaların kitlesel muhalefeti harekete geçirecek nitelikteki ideolojileri kabullenmesi gibi, “İslami Köktendincilik”in en yakınındaki ideolojiyi eline alan, esasen anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir ayaklanma olduğunu düşünüyorum. Bu olayda, bu gerici bir ideolojidir.

E: Peki bunun Küresel Isınma ile ilgisi var mı?
G: Epeyce. Kapitalizmle birlikte metalaştırmanın dayatılmasının görünürdeki bolluktan kıtlık yaratma etkisinin olması gibi, ve bu kıtlık dayatılmasının eline en yakın ideoloji ne olursa olsun kullanarak halk ayaklanmalarına yol açması gibi, küresel ısınmadan kaynaklanan kaynak kıtlıkları da, yine elinde hazır olan ideolojiyi kullanarak yeni bir ayaklanma dalgasına yol açacağını öngörebiliriz. Başka bir örnek kümesi son zamanlarda etnik temizlik savaşlarındaki patlamada görülebilir; bunların her birisi, –küresel ısınmanın yol açacağına benzer şekilde– aniden ortaya çıkan kıtlık koşullarına birer cevaptır. Bu nedenle, benim tahminlerim kronik iç savaş, merkezi devletlerin yıkılması, ve merkezi emperyal yönetimler arasındaki dönemde tipik olan merkezsizleşmiş militarist diktatörlüğe [ing. warlordism] geri dönüş [şeklindir].

E: Enerji hakkında daha doğrudan konuşalım. Petrolü var olan rezervlerden daha hızlı bir şekilde mi tüketiyoruz?
G: Tabii ki. Yani rezervler durağandır, büyümemiz ve tüketimimiz ise değiller.

E: Petrolün ne zaman tükeneceğini tahmin edebilir miyiz?
G: Evet, ama % 100’lük bir kesinlikle değil tabii ki. Yıl olarak değil, ancak 5 veya 10 yıllık bir dönem olarak. Tüketimimizin büyüme hızı basitçe geometrik değil aynı zamanda logaritmiktir. Yani tüketimimizin zamana göre büyüme hızını çizerseniz, hafifçe yukarıya doğru eğimli olan düz bir çizgiden artık neredeyse dikey olan bir çizgiye döndüğünü görürsünüz. Bunun anlamı rezervleri tüketmek için gerekli olan zamanın giderek daraldığıdır; ve ne kadar rezervimiz kaldığından bağımsız olarak, tüketimin büyüme hızı tamamen dikey olsaydı o halde sınırsız miktardaki rezervlerin 0 zamanında [derhal] tüketileceğini kavramsal olarak hayal edebilirdiniz. Bu matematiksel bir zorunluluktur. Tüketimimizin büyüme hızının dikeyliğe yakınlaşması ölçüsünde, kalan rezerv miktarı 0’a yaklaşır.
Bazı analistler gerçekçi bir şekilde 2010 yılının petrol tüketme yetimizin doruğu olacağını hesaplamıştı. Ondan sonra tüketim oranı düşmek zorundaydı, ve petrol fiyatı ise yükselmek zorundaydı. Bu, petrol gerektiren tüm üretim, ulaşım ve tüketimin geometrik olarak artan bir şekilde pahalılaşacağı anlamına gelir.

E: Çıkarılmamış petrol rezervlerinin tükenme süresini ileriye atması olasılığı var mı?
G: Evet. Ancak logaritmik büyümenin matematiği öyle bir şey ki, keşfedilen her ek petrol varilinin [tükenme tarihini] ileriye atma miktarı geometrik olarak küçülür. Mevcut petrol miktarını iki katına çıkarsak bile, bu zamanı ancak 5 yıl ileri atabiliriz. Tarıma geri dönerek, petrolün tarım için çok önemli bir girdi olduğunu eklemeliyim; tarımsal alanların daralmasıyla karşılaşmasak dahi gübre ve böcek ilacı üretiminde petrol kullandığımız müddetçe gıda fiyatları yükselecektir.

E: Analizinizdeki tekrar eden değişim kalıplarını ayrıntılarıyla konuşmadan önce, petrolün yerini alternatif enerjilerin (güneş, fotogalanik rüzgar, ve diğerleri) alması olasılığı nedir?
G: Tabii ki, bu enerji biçimlerinin tümü bugün petrolün işlevlerinin çoğunun yerini alabilir. Örneğin, birisi petrole değil fotogalvaniğe veya elektrik akımının güneş enerjisi veya rüzgar enerjisinden üretildiği elektriğe bağımlı olan ulaşım mekanizmaları tasarlayabilir. Ancak, petrol gübre ve böcek ilaçların üretilmesi için eşsiz derecede uygundur, çünkü petrol yaşamın bir yan ürünüdür, ve diğer canlı formları tarafından kullanılabilecek olan organik bileşenleri vardır. Diğer enerji biçimlerinde bu böyle değildir. Bu nedenle, petrol sonrası tarımsal üretim bugün “organik” diye adlandırdığım şekilde olmalıdır. Bu ise eğer aşamalı bir şekilde yapılmazsa, daha önce bahsedilmiş olan etmenlerden bağımsız bir şekilde tarımsal üretimde geçici bir gerilemeye sebep olacaktır.

E: Sizin analizinizi diğer pekçok sosyalogdan, Marksistden farklı kılan şeyler nelerdir? Bunların tümünü insanlık tarihindeki tekrarlanan kalıplar olarak mı görüyorsunuz?
G: Marksist kapitalizm analizi, tipik olarak daha iyi bir topluma yol açacak planlanmış ve sınıf-temelli bir toplumsal değişimin “yol haritası” olarak düşünülmüştür. Bu bakış hala bir gün gerçekleşmeyi beklerken, bununla birlikte tarihteki tüm asli önceki toplumsal-devrimci değişikliklerin de yine sınıf-temelli ayaklanmaların birer sonucu olduğu varsayılır. Bugünkü arkeolojik araştırmalar tarihe bu şekilde bakmanın basitçe yanlış olduğunu gösteriyor.
Hem “Marksizm”in hem de onun kuramsal ürünü “Dünya-Sistemi Kuramı”nın alanlarını kapsayan, geniş bir tarihi devamlılık olduğu benim için giderek açıklık kazanıyor. Bu geniş analiz, insani toplumsal düzenlemelerin –üretim tarzları söz konusu olmaksızın– nihayetinde nasıl enerjiye –aynen tüm diğer canlı biçimleri gibi– bağımlı olduğunu inceliyor. Aslında, tarihte insani toplumsal örgütlenme biçimleri arasındaki herhangi büyük bir kayma, enerjinin elde edilmesi ve tüketilmesindeki paralel bir kaymayla takip edilebilir. Örneğin, avcı ve toplayıcılar, çevrelerini planlamaksızın veya idare etmeksizin önlerinde buldukları bitki ve hayvanlardaki enerjiyi kullandılar. Doğal seleksiyonun sağladıklarının yanlızca tüketicisiydiler. Zamanla avcı ve toplayıcıların yerini topladıkları bitkilerin büyümesini aktif bir şekilde idare eden bahçıvanlar [ing. horticulturist] aldı; en sonunda da onların yerini yetiştirdikleri bitki ve hayvanları çok daha yoğun bir şekilde seçen ve yöneten ve denetleyen çitfçiler [ing. agriculturalist] aldı. Ancak, insani toplumsal örgütlenme biçimlerinden her biri kendi mevcut enerji arzlarının sınırlarına vardı; ya yeni bir enerji biçimi bularak yaşamlarını sürdürdüler veya tamamen ortadan yok oldular. Avrupa emperyalizminin o zamanlar dünyaya hakim olan mevcut tarımsal imparatorlukları fethetmesinden çok önce, tarih halihazırda yıkılmış daha önceki tarımsal imparatorlukların arkeolojik kalıntılarıyla dolmuştu. Bugün bizler bunun çevresel bir şey olduğunu giderek anlarken, eskiden bunların iç savaşlar veya sınıf savaşları gibi toplumsal fenomenler nedeniyle yıkıldıkları düşünülüyordu. Mayaların üst üste gelen ciddi kuraklıklar yüzünden çökmesi gibi, Harrappa uygarlığı da ormansızlaşma nedeniyle çökmüştür; Sümer, Babilon ve Yunan uygarlıkları ise muhtamelen öldürücü düzeylerde bir toprak tuzlanmasına yol açan ormansızlaşma ve aşırı sulama kombinasyonu nedeniyle çökmüştü.
Bu nedenle, doğrudan bilinçli insani devrimci eylemlerin bu toplumların çöküşlerinde eskiden inanıldığı –özellikle geleneksel Marksistlerin inandığı– kadar önemli olmadıkları ortaya çıkıyor. Bunun yerine, emperyal çöküşlere eşlik ettiği belgelenen toplumsal kargaşanın bu sürecin ana sebebi değil bir belirtisi olduğunu söylemek daha akla yakın gözüküyor.
Aynı kalıbın –daha önceki uygarlıklarda ağaçların ve toprak verimliliğinin yerine bugün petrolün enerji kaynağı olması rolünü üstlendiği– benzer bir tekrarıyla, kendi yaklaşmakta olan çöküşümüzle yüzyüze kalacağımızı düşünüyorum.

E: Ya kapitalizmin yerini kapitalist olmayan bir üretim tarzı alırsa?
G: Daha önceki insani toplumsal örgütlenme biçimlerinin mevcut enerji arzlarını tükenmesi sonucunda değişmesi gibi, benzer şekilde bugün belirli enerji kullanımı tarzımızda küresel olarak yolun sonuna geliyoruz. Yanlızca petrolün tükenmesi yüzünden değil, aynı zamanda kullanımının bu küresel ısınma fenomenini ortaya çıkarması nedeniyle. Petrolün üretim ve tüketimi derhal durdurulsa bile, onun kullanımından [kaynaklanan] enerji akışının okyanus-atmosfer sistemi üstündeki tüm hızı ve hacmi o kadar güçlü bir şekilde artmıştır ki, endüstriyel öncesi standardına yüzyıllarca boyunca düşmeyecektir. Bugünkü ısınmanın derecesi, açıkça kapitalist tarım ve endüstriyel üretimle uyumsuzdur. Yani, ulaşmakta olduğumuz en son nokta, atalarımızın gelişmelerinin çeşitli noktalarında ulaştıkları enerjik çıkmazla aynı türdendir. Bu enerjik çıkmaz sermaye birikiminin gelişiminin yoluna bağlıdır. Sermaye birikimi sürecinin –sermaye sahipleri emek maliyetlerini azaltmayı amaçladığı için– emeğin yerine makinayı geçirme şeklinde uzun vadeli bir etkisi vardır. “Üretkenlik artışı” ile anlatılan budur. Bunun yükselmesi ekonomistler ve hükümet yetkilileri tarafından daima iyi bir şey olarak karşılanmıştır; ancak enerji tüketimi görüş açısından bunun “öteki yüzü”, emeğin yerini makinanın almasının insanlar tarafından kullanılan güneşsel/organik enerjinin yerini makinaların kullandığı fosil yakıtların almasıyla aynı olduğudur. Basitçe ifade edersek, insanların yerine makinaları geçirerek “üretkenlik”i yükseltmeyi amaçlayan kapitalist şirketler arasındaki rekabetçi yöneliminin yan etkisi hızlanan küresel ısınmadır.
Ancak tamamen kapitalist olmayan bir üretim tarzı ile yönetiliyor olsaydık bile, enerjiyi nasıl elde edeceğimiz ve nasıl kullanacağımız kararlarıyla hala yüzleşmemiz gerekeceğini savunuyorum. Kapitalist olmayan bir üretim tarzının bu gidişatı görmesine ve bu duruma ulaşmadan kaçınmasını sağlayacak bir politikası olacağını düşünmek isterdim, ancak bunun doğru olduğunu bilemem –ve daha önce sözde “sosyalist” ülkeler için kesinlikle doğru değildi. Bugünkü politik ekonomide, çok-uluslu şirketlerin çıkarlarının petrol tüketimi altyapısı ile o kadar içe geçmiş olduğunu inanıyorum ki, bireysel veya kolektif olarak enerji tüketimi yöntemlerinde büyük bir değişikliğe gitmek onların ellerinde olsun. Bu basitçe çok pahalıdır. İçtikten sonra ve akşam yemeklerinde herhangi bir kapitalist, çok-uluslu şirket yöneticisi petrol tüketiminden kurtulmamız gerektiği üstüne saatlerce konuşsa da, kapitalizmin rekabetçi dinamiği kendi nöbetlerinde bu tür bir değişikliği fiilen uygulamaları için müsait değildir, çünkü bunun belirli kar marjleri üstünde fazlasıyla yıkıcı bir etkis olacak ve işsiz kalacaklardır. Yani enerji krizine karşı uygun ve zamanında bir cevap verilememesi günümüz küresel kapitalizminin içinde kurumsal olarak yapılandırılmıştır.

E: Yani yeni bir dünya ortaya çıkmakta, ancak bu günümüzde solun seçtiği ve hatta tasavvur ettiği bir dünya değil.
G: Doğru, burada iki engel var. Birincisi kapitalizmin politik-ekonomisi. İkinci engel ise küresel ısınmanın tam etkisinin görülür hale gelmesi için [geçecek olan] zaman farkı [gecikmesi]. Toplumsal devrimci yanıtın ne ısınmaya ne de (ısınmaya bir yanıt olarak) kapitalizme zamanında hitap edebilecek şekilde gelişebileceğine inanmıyorum. Gerçi, fırsat kapımızı zaten kapattık. Devrimci anti-sistemik [bütün bir sistemi kapsayan] hareketler olabilir, aynen Usama bin Ladin’in ortaya çıkmasının devrimci anti-sistemik bir hareket olması gibi. Bu ideolojik olarak iyi-oluşturulmuş veya iyi yönlendirilmiş olmayabilir; ancak insanlar küresel gelirin kutuplaşmasına karşı hep pasif olarak tepki göstermeyeceklerdir; giderek militarist türde olan tepkiler olacaktır. Bunlardan bazıları ilerici olabilir. Hatta bazıları şurda burda devlet iktidarını ele geçirmeyi bile başarabilir. Ancak bunlardan hiçbirisi küresel ısınmayı durduramaz. Basitçe çok geç ve bununla yaşamak zorundayız. Dahası, küresel ısınmanın yan ürünlerinden birisi de tarımsal daralma, suyun tükenmesi, hastalıkların ve böceklerin kuzeye doğru göçmesi, ve kronik savaş durumu gibi çeşitli mekanizmalar yolu ile küresel bir nüfus azalması olacaktır. Bunun tek başına bile ancak spekülayonlar yapabileceğimiz derin politik ve ekonomik etkileri olacaktır. Bu teknolojik bir gerilemeyi mi getirecektir? Belki de politik ve ekonomik bir gerilemeyi de mi? Bilmiyorum. Roma’nın yıkılmasının feodalizmin bir süre için gerilemesine yol açması gibi, kendimizi benzeri bir gerileme içinde bulabiliriz. Bunu herhangi bir politik hareketle durdurabileceğimizi sanmıyorum. Küresel kapitalizmi durdurabiliriz, veya –daha olası olarak– küresel kapitalizmin kendi içsel çelişkileri (özellikle çevresel olanlar) yüzünden kendisini yeniden üretmesi giderek imkansız olacaktır. Küresel nüfusun temizlenmesine –sonuç da olmasa bile niyette devrimci olan– artan savaşlar eşlik edecektir. Bu varsayılacağı üzere mevcut küresel sistemin istikrarsızlaşmasına ve yıkılmasına neden olacaktır. Bunun ardındaki insanlar en iyi niyetlere sahip olsalar bile –ki bundan şüpheliyim, bunun ilerici veya mutlu bir şey olması gerekmez. Bununla beraber çevresel olarak iflas etmiş bir dünya ile karşılacaklardır. Hepimizin mümkün olduğunu umduğumuz daha iyi bir dünyayı kurmak çok zor olacaktır.

E: Bu kıyamet gününe özgü tahminlerin üzerinde uyumlu ve insancıl alternatif bir gelecek kurmayı tahayyül edebilir misiniz? Amerikan sol muhalefetinin neler yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?
G: Seçeneklerimiz olduğuna inanmıyorum. İlk görevimiz mümkün olduğunca demokrasiyi savunmaktır. “Yurtsever Kanunu” ve ilgili yasalarla sivil haklarımıza karşı korkutucu bir saldırıyı zaten gördük. Küresel çekişmeler yoğunlaştıkça bu saldırıların da yoğunlaşması beklenebilir. En kötü sonuç, hükümetin tamamen totaliter bir devlete dönüşmesi olabilir. Bu yanıtın durumu iyi değil daha da kötü yapacağını anlatmak için elimizdeki her tür ikna aracını kullanmalıyız. Özgürlüğün ortadan kaldırılması, sistemin muhalifleri şiddetsiz ifade araçlarından yoksun bırakıldıkları için, yanlızca terör eylemlerini cesaretlendirir.
İkinci görev, insanlığı “bizler”e karşı “onlar” şeklinde bölmeye teşvik etmemektir. Ruanda, Yugoslavya, Çeçenistan ve İsrail/Filistin katliamlarına yol açan tam da bu tür korku kaynaklı yanıtlardır.
“Terörizm” veya İslam veya Araplar veya genel olarak basitçe yoksullar korkusunun kurbanı olmak, etnik temizlik Cehennemi’nin yolundan yürümek demektir. Bu Hitler’in yoludur. Çevreden kaynaklanan meydan okumalar zaten birçok masum insanı öldürecektir, ve diktatörlük ve iç savaşlarla ölü sayısını artırmanın hiçbir anlamı yoktur. Ortak gıda ve su kıtlığı tehlikesine karşı farklı ırklardan, dinlerden ve sınıflardan insanları birleştirmek için elimizi uzatmalıyız, onlara saldırmamalıyız. İnsanlar korktuklarında, birbirine sokulmak ve diğer herkese karşı duvarlar kurmak içgüdüseldir. Ancak bu tam da yanlış yanıttır.
Üçüncü görev, sürdürülebilirliği mümkün oldukça geliştirmektir. Bunun anlamı güneş ve rüzgar gibi “alternatif” yakıtların, uygun olan en fazla yakıt-tasarruflu taşıtların kullanılması, ve organik gıdaların satın alınması ve üretilmesidir. Sadece bireyler olarak değil, en iyisi kaynaklarını beraberce paylaşmaktan rahatlık duyan benzer görüşteki bütün toplulular olarak olarak.
Çünkü en iyi hayatta kalma şansımız “Şebeke’den uzakta” yaşabilmemizde yatar, çünkü “Şebeke” kaçınılmaz olarak bir noktada iflas edecektir. Bu strateji diğerlerine de uygun düşer. Ancak çevremizdekileri de kapsamak üzere elimizi uzatabilirsek –onları daha büyük duvarlarla dışarıya hapsederek değil– yaşayabilir cankurtaran-botu toplulukları geliştirebiliriz. En iyi karşılıklı savunmamız güvensizlikte değil karşılıklı yardımlaşmadadır; paranoya ve silahlarda değil paylaşılan yaralanılabilirlik ve sevgidedir.

E: Peki o halde şimdi nerede duruyoruz? Analiziniz bizi devletin gücünün azalmasını beklemeye yönlendiriyor.
G: Evet. Irak’da, Balkanlar’da ve Afganistan’da en vahşi sömürgecilik biçiminin yeniden dayatılmasıyla örneklenen Birleşik Devletler’in küresel kapitalist bir imparatorluk yaratma çabasına tanık olduğumuza samimi olarak inanmama karşın, bu çabayı göğüslemek için şiddet içeren bir çaba arzulamadım. Sıradan seçim politikasının Birleşik Devletlerde bu politikaları değiştirebileceğini düşündüğüm için değil. Hayır [böyle] düşünmüyorum. Ya da genel olarak devrimlerle ilgili herhangi bir ideolojik mesele yüzünden de değil. Aksine, içsel ve şiddet içeren devrimci bir muhalefetin gerekli olacağını düşünmediğim için. İmparatorluk zaten yıkılıyor, dışardan içeriye. Merkez tüm küresel kaynakları kendisine doğru çektiği için, elde edebileceği gücün sınırlarına ulaşmakta; ve dış çepherdeki ülkelerin hükümetleri tüm kaynaklarını kuruttukları için çökmekteler: Ruanda, Burundi, Kongo DC, Liberya, Sierra Leone, Togo, Fildişi Sahili, Eritre, Somali, Endonezya, Paraguay, Arjantin, ve Balkanlar. Devletin çöküşünün ve etnik temizliğin hızla artan dehşetleri birer rastlantı değil. Bunlar küresel düzeyde sürmekte olan ve daha büyük bir emperyal çöküşün göstergeleri. Avrupa’da ve Birleşik Devletler’de bulunanlarımız bundan bağışık değil. Sadece henüz sıramız gelmedi. Bu, adeta radarımızın tespit ettiği çok şiddetli bir fırtına, ancak henüz çıplak gözle görülememekte. Parmaklarımızı şıklatıp bu krizlere neden olan despotik imparatorluğun tahtını ortadan kaldırabilseydik harikulade olurdu, ancak bu güçle doğrudan çarpışmanın hem bir intihar olduğunu hem de gereksiz olduğunu düşünüyorum. İntihar demek olur, çünkü onların askeri ve istihbarata yönelik kapasiteleri sıradan vatandaşların ortaya çıkarabileceğine göre fazlasıyla üstün; ve gereksiz, çünkü küresel sistemik çöküş dalgası onları zaten ortadan süpürecek. Bu nedenle ben bunun yerine, herkesi toplumsal kaosa düşmeyi beklemeye [hazırlıklı olmaya]; ve diğer sınıflardan, etnik kökenlerden ve milletlerden insanlarla gıdasını, suyunu, güneş enerjisini, toplumsal hizmetlerini sağlayabilecek bir üst üste geçmiş [perçinlenmiş] demokratik “cankurtaran-botu ” [tipi] toplulukları birliği oluşturma ortak çabasına yönelik işbirliğini teşvik ederek, [kendimizi] ona karşı savunmaya çağırıyorum. Böyle yaparken, popüler demokrasiyi ve toplumasal hizmetleri her düzeyde savunmak için ardçı-nöbetçi eylemlerle ilgilenmeliyiz. Eğer başarılıysak, nihayetinde tozlar yere çöktüğünde, torunlarımız belki de kendilerini demokratik olarak yönetilen ve birbirleriyle barış içinde olan merkezsizleşmiş tarımsal topluluklarda yaşar bulacaklar. Tarihin bilgisine erişecek ve kendi kolektif geleceklerini bilgelikle yönlendireceklerdir.

Çeviri: Anarşist Bakış

Kaynak: “An Interview with Peter Grimes, Sociologist of Energy”, Baltimore IMC.