Marksizm: Komünizmin Olumsuzlaması – 1994 – Jeff Stein

  Genel

 Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, […] ile gösterilmiştir.

Anarşist ve marksist iktisat arasındaki en önemli anlaşmazlık noktaları, kendinden-yönetim [özyönetim- ing. self-management] ve ürünlerin (gerek mallar olsun, gerekse hizmetler) serbest kullanımı konuları üstündedir. Anarşistler için bir ekonomik devrimin en önemli yegane gereksinimi, işçilerin kendi [ürettikleri] mal ve hizmetlerinin üretimi ve dağıtımı üzerinde doğrudan kontrole sahip olduğu işçilerin kendinden-yönetimidir. Kapitalist eğilimli, “piyasa”nın insan özgürlüğü ile eş anlama sahip olduğu [-na inanan] sahte “liberterler” hariç, anarşistler kıtlık sorunu halledilene kadar ya da işçiler arasında doğrudan toplumsal ihtiyaçlar [-ı karşılamak] amacı ile özgürce üretim yapılması için yeterli güven oluşancaya kadar, ekonomiyi işler kılmak amacı ile, işyeri birlikleri arasında ürünlerin değişimini gerekli bir olumsuzluk (ing. necessary evil) olarak görürler.

Ama Marks ve onun takipçileri için değişim için üretim (örneğin metalar -ing. commodities) kapitalist sistemin ana özelliğidir. Yerel kullanım yerine, değişim amacı ile yapılan üretim kapitalizmi daha önceki ekonomi biçimlerinden ayırır, ve [değişim için üretim] işbölümünün (ing. division of labor), yabancılaşmanın ve işçilerin sefaletinin sebebidir. Bu nedenle Marks komünizmi geniş anlamı ile, metaların değişiminden kurtulmak olarak tanımlar, ve bunu sağlamanın tek yolu da devletin ekonomi üzerinde kontrolü ele geçirmesi ve ekonomiyi merkezi bir şekilde planlamasıdır.

Marks’ın iktisadının bu devletçi niteliği en açık şekilde Marks ve Engels tarafından yazılan Komünist Manifesto’da kendini gösterir:

” … gelişmiş ülkelerin birçoğunda şu (önlemler) genellikle uygulanabilir … devlet kapital (ing. state capital) [eli] ile oluşturulmuş ve tam bir tekel [uygulayan] ulusal banka aracılığı ile, kredilerin devletin elinde merkezileştirilmesi (ing. centralisation)… Haberleşme ve ulaşım araçlarının devletin elinde merkezileştirilmesi … Devlet mülkiyetindeki fabrikaların ve üretim araçlarının çoğaltılması … Özellikle tarım [alanında], endüstriyel orduların kurulması.” (s.30)

Ama merkezi planlama fiilen işçilerin kendinden-yönetimini ve işçilerin ekonomik kararlar üzerinde doğrudan kontrolünü engeller. Kendinden-yönetim ekonomiye tahmin edilemez, rastgele olan bir unsur ekleyerek merkezi planlamayı tamamı ile imkansız kılmasa da, oldukça güçleştirir. Daha da kötüsü, merkezi planlamanın çökmesi halinde, her zaman değişim ekonomisine geri dönme tehlikesini ifade eder. Marks’ın anarşist kendinden-yönetim kavramına düşmanlığı, Bakunin’e karşı yaptığı eleştirilerde gayet açıktır:

“Kolektif (devlet-sahipliğindeki) mülkiyet ile birlikte, halkın sözde iradesi de ortadan yok olarak, yerini kooperatifin gerçek iradesine bırakır … Eğer Bay Bakunin en azından kooperatif bir fabrikadaki bir yöneticinin durumunu anlasaydı, tahakküm hakkındaki tüm hayalleri cehennem olup giderdi. Kendi kendisine böyle bir işçi devletinde -eğer kendisi bunu böyle adlandırmak isterse, yönetim işlevleri hangi biçimde olabilir diye sorması gerekecekti.” (“Bakunin’in Devlet ve Anarşi Kitabı Üzerine Bir Taslak”, Anarşizm ve Anarko-Sendikalizm’de, s. 150-51).

Marks’ın en yakın siyasi arkadaşı olan Engels bunu daha da açıkça belirtir:

” … eğer (anarşistler) birazcık da olsa ekonomik sorunları ve modern endüstrinin koşullarını irdeleseydiler; bir miktar dış irade (ing. will), yani otorite, zorlaması olmadan ortak bir eylemin hiç bir şekilde olasılık dahilinde olmayacağını da bileceklerdi. İster bu oylamada çoğunluğun iradesi olsun, isterse yönetici komitenin olsun, ya da tek bir kişinin [iradesi] olsun, bu hala kabul etmeyenlere karşı uygulanan bir iradedir; ama bu bahsedilen tek ve yönlendirici [yönetici] irade olmadan işbirliği (ing. co-operation) de olmayacaktır. Yönlendirme, yani otorite, olmadan işletin bakalım Barcelona’nın büyük fabrikalarından birisini!” (“Engels’ten Madrid’deki P. Lafargue’ye”, Anarşizm ve Anarko-Sendikalizm’de, s.58)

Marksist iktisadın hedefi, merkezi yönlendirme altında devasa, dünya ölçeğinde, her şeyi kapsayan uyumlu bir kooperatif yaratmaktır. Marks bunu şöyle ifade ediyor:

” … pekçok bireyin işbirliği yaptığı [içinde olduğu] tüm işler, sürecin bağlantılı olması [devamlılığı] ve tekliği (birliği -ing. unity) için, zorunlu olarak hakim bir irade gerektirir; ve bu ise bölük pörçük faaliyetlere değil, aksine -aynen bir orkestra yöneticisinin yaptığı şekilde, atölye emeğinin toplulaştırılmasına karşılık gelen bir işlevi yerine getirir.” (Kapital, Cilt III, s.451)

Komünizme Diyalektik Yaklaşım

Marksist iktisadı anlamak için, onun Hegelci felsefede yatan kökenleri anlamak gerekir. Marks ve Engels, Alman felsefecisi Hegel’in takipçileri olarak ortaya çıktılar. Marks ve Hegel için, herhangi bir şeyi, bu ister din, isterse doğa, ya da siyaset veya iktisat olsun, anlamak için tek gerçek bilimsel yaklaşım diyalektik(çn.1) uslamlamadır [mantık]. Diyalektik mantıksal bir varsayım ya da gözlemle başlar, örneğin A=A’dır [A, A’dır]; bu “birlik” [ya da birteklik, ing. unity] olarak bilinir. Ama bu bize A’nın ne olduğu hakkında çok az şey söyler, bu nedenle onu başka bir şeyle karşılaştırmamız gerekir; örneğin A, B değildir ise “karşıtlık” (ing. opposition) olarak adlandırılır. Böylece, A ile B arasındaki belirli bir ilişkiye bağlı olarak A ile B’yi doğru bir şekilde seçtiğimiz varsayarsak, bu ikisini bir arada bir “kategori” [ulam], bir “karşıtların birliği” (tekliği -ing. unity of opposites)olarak ele alabiliriz. Bu “karşıtların birliği”nden devim (ing. motion) ve değişim (ing. change) ortaya çıkar, karşıtlık yeni bir “birliğe” evrilerek tüm mantıksal süreci tekrar başlatır. Bir kategoriden bir diğerine geçerek, nihayetinde tüm olguları (ing. facts) açıklayabilecek bir kategoriler sistemi geliştirilir, yani diğer bir deyişle bir bilimsel model.

Hegel ve takipçileri, diyalektiğin sadece bir uslamlama [bir takım önermelerden sonuç çıkarma, ussal yargıların mantıksal dizimi] yöntemi olmadığını, bunun da ötesinde kendisini doğada ifade ettiğini [gösterdiğini] öne sürdüler. Tüm devinim ve değişimler aslında, mevcut gerçekliğe karşıtlığın birer sonucudurlar. Felsefeci Richard Norman’ın ifadesi ile:

” ‘çatışma yolu ile gelişme’ kavramı (ing. notion) sonucunda, farklı bir çelişme (ing. contradiction) kavramına (ing. concept)(çn.2) varırız … bu tamamı ile yeni bir vurgu oluşturur. Şimdi öne sürülen şudur; karşıt (zıt -ing. antagonistic) güçler arasında çatışma var oldukça, gerçek’te de çelişmeler olacaktır; ve Newtoncu mekanik, Darwinci evrim teorisi, ve Marksist sınıf mücadelesi teorisi ile kanıtlandığı üzere, bunlar tüm gelişmelerin kaynağıdırlar.” (Hegel, Marks, ve Diyalektik, s.56)

Marks, toplumların kendi içsel “çelişmeleri” ya da çatışmaları nedeni ile yükselip, gerileyeceğini belirten, tarihin de diyalektik çerçevesinde geliştiği fikrini Hegel’den aldı; ve bunu komünizmi yaratma konusuna uyguladı. Marks Fourier, Saint Simon gibi ilk sosyalist teorisyenleri sosyalizme ütopik yaklaşmakla suçladı. Sosyalizm var olmadığı için, hiç kimse bir kesin şablon biçiminde işler bir sosyalist sistem tanımlayamaz. Buna en yakın olabilecek, sosyalizm ya da komünizmi kapitalizmin zıttı ya da “yadsıması” (olumsuzlama -ing. negatiation) olarak tanımlamaktır. Komünizm olumsuzlamanın olumsuzlanması (ing. negatioan of negatiation) durumudur; ve bu nedenle de insanın özgür kılınması ve iyileşmesi sürecinde, tarihsel gelişimin bir sonraki aşaması için gerekli olan asli bir aşamadır. (Karl Marks, 1844 – Ekonomi ve Felsefi El Yazmaları, s.114)

“Bilimsel” yaklaşım, iktisadi sistemlerin tarihi ve onların değişmesine neden olan unsurlar hakkında araştırma yapaır. Marks’a göre, tarihsel değişime neden olan en önemli unsur üretim araçlarının devamlı olarak artmasıdır. Toplumsal sistemler, nüfuslarının maddi yaşamlarını iyileştirebilmesi ya da iyileştirememesi nedeni ile yükselirler veya gerilerler. Her yeni toplumsal sistem, üretkenliği arttırmakta eski sistemden daha iyi iş yapabilmesi nedeni ile gelişim gösterir. Ama aynı zamanda, bu yeni toplumsal sistem de, üstesinden ancak bir sonraki tarihsel aşama ile gelinebilecek kısıtlar, ya da “çelişmeler”le sarılmıştır. Bu nedenle, Marks tarafından kapitalizm’den sonraki tarihsel aşama olacağı varsayılan komünizm, kapitalizmin çelişmelerinin incelenmesi ile keşfedilebilir.(01)

Kapitalizmin Diyalektik Çelişmeleri

Kapitalizm üretimin doğrudan kullanım yerine, değişim için yapıldığı bir meta ekonomisidir. Bütün metalar hem kullanım değerine (ing. use value), hem de değişim değerine (ing. exchange value) sahiptirler(çn.3). Bir metanın değişim değeri, o metanın üretilmesi için gerekli olan ortalama toplumsal emek zamanı (ing. social labour time required) miktarıdır. Metanın değeri yanlızca değişim işlemi ile gerçekleşebilir. Bu nedenle değişim olmadığında, ne kadar emek zamanı harcanırsa harcansın, ya da o ürünün ne kadar kullanışı [kullanışlı] olursa olsun, üretilen bir değer olmayacaktır. Bu kapitalizmin birinci çelişmesidir.

Bunun yanısıra, değişim kapitalizmin bir diğer çelişmesini ortaya çıkarır, yani işbölümü (ing. division of labour). Emeğin farklı metalar üreten farklı endüstriler arasında işbölümü olmazsa, değişim için de bir neden olmaz. Fakat farklı emek çeşitlerinin (meta olarak) birbirleriyle kolayca değiştirilebilmesi için, ortak, soyut olan bir biçime indirgenmeleri gerekir. Metalar herşeyden önce, oldukları halleriyle değişime [değişim sürecine] girerler. [Değişim] süreci bunları meta ve para olarak farklılaştırır, ve böylece içsel [olarak zaten sahip oldukları] karşıtlığa, [yani] aynı zamanda hem kullanım-değeri hem de değer olmalarından kaynaklanan karşıtlığa [uygun düşen] bir dış karşıtlık yaratır. Kullanım değeri cinsinden [benzeşen, karşılaştırılabilir] metalar, artık paranın karşısında değişim değeri olarak yer alırlar. Öte yandan ise her iki karşıt taraf ta birer metadır, kullanım değeri ve değerin birliğidir. Fakat farklılıkların bu birliği, kendisini iki karşı kutupta ve karşıt yönlerde ortaya koyar [gösterir]. (Kapital, Cilt I, s.117)

Para hem değerin ölçüsü, hem de evrensel meta (aslında soyut biçimde emek değeri olmuştur [artık]) olarak, değişimin gerçekleşmesine yardım ederek bu çelişkiyi bir çözüme bağlar. Ama, para yeni bir çelişme yaratır. Para şimdi değişime aracılık yaptığından dolayı, metaların değişimini iki farklı işleme (ing. transaction) ayırır; satış [metanın para ile değişimi] ve satınalma [paranın meta ile değişimi]. Başkalarının [ürettiği] metaları satın almak için, bir kimsenin kendi [ürettiği] metaları satarak para elde etmesi gerekir. İlişkiyi tersine çevirirsek, satmak için satın almak gerekir; böylece de para devamlı dolaşımda (ing. circulation) kalır. Bireysel kapitalistin kontrolü dışında herhangi bir nedenle eğer dolaşım yavaşlar ya da durursa (genellikle kapitalistlerin, kolektif olarak, aşırı arz ettikleri malları kârla satamamaları nedeniyle), sistem krize girer. Bu durumda metaların paraya aşık olduğunu görürüz, ama “gerçek aşkın yolu hiç bir zaman dikensiz değildi”(çn.4). Emeğin nicel bölünmesi, aynen nitel bölünmesi gibi kendiliğinden ve raslantısal bir biçimde olur. Böylece metaların sahipleri, kendilerini bağımsız özel üreticiler haline getiren bu işbölümünün, aynı zamanda üretimin toplumsal sürecinin ve bu süreç içindeki her bir bireysel üreticinin bir diğerine göre olan ilişkisinin üreticinin iradesinden bağımsızlaştırdığını göreceklerdir; ve [yine] bireyler arasındaki görünüşteki bu karşılıklı bağımsızlığın, üretim araçlarınca ya da onların aracılığıyla genel ve karşılıklı bir bağımlılık sistemiyle tamamlandığını göreceklerdir (Kapital, Cilt I, s.121). Kriz’de ise, metalar ve onların değer-biçimi, yani para arasındaki karşıtlık [karşı sav -ing. antithesis] mutlak bir çatışma ile sonuçlanır (Kapital, Cilt I, s.151).

Kapitalist için kriz [durumunda] varolabilmenin tek yolu, elinde [kriz] geçene kadar beklemeye yetecek [kadar] para olmasıdır. Bu ise, kapitalistin para biriktirmesinin, ve [biriktirdiği parayı] daha çok para yapmak için sürekli bir şekilde sermaye olarak yeniden yatırmasının nedenidir. Bu basitçe açgözlülükten (ing. greed) kaynaklanan birşey değil, yaşamsaldır. Ama birikim sağlamak için öncelikle bir artık yaratmak gereklidir. “Artık-değer” (ing. surplus-value) [elde etmek] için [yapılan] bu arayış kapitalizm için yeni bir çelişmedir (ing. contradiction). Metalar ancak eşit değere sahip metalarla değiştirilebilecekleri için, artık-değerin elde edilebileceği tek yer üretim sürecidir. Emek, ücret olarak [ona] ödenenden daha fazla bir değeri metalarda üretmeye zorlanmalıdır. Böylece değişimdeki bu eşitlik, sömürüye ve toplumsal sınıfların eşitsizliğine yol açar. Emek-değer teorisi kendisinin diyalektik bir sonucuna sahiptir; emek gücünün meta teorisi (ing. the commodity theory of labour power). Emek gücünün fiyatı, [o] emek gücü tarafından yaratılan değer değildir, çünkü [aksi takdirde] bunun [gerçekleşmesi] için artık-değer olmaması, [yani] metaların değerinin işçiler ve ailelerinin yaşamlarını kıtkanaat devam ettirmesine yetecek kadar olması gerekecekti. Emek-gücünün değeri, aynen tüm diğer metalarda olduğu gibi, üretimi için ve nihayetinde de bu özel nesnenin (ing. article ) [yani emek-gücünün] yeniden üretimi için gerekli olan emek zamanınca belirlenecektir … ya da diğer bir deyişle, emek-gücünün değeri işçinin korunması [devamlılığının sağlanması, yani yeniden üretilmesini garanti edecek şekilde] için gerekli olan geçim (ing. subsistence) araçların değeridir … (Capital, Cilt I, s.189).

İşçileri artık değer üretmeye zorlamak için kapitalistler çok sayıda yönteme sahiptirler. Bunlardan en önemlisi işbölümüdür. Üretim süreci uzmanlaşılan işlere bölünür, ve daha alt kademelerde de bölünmeler olur; böylece işçiler, [yaşanan] stresteki artış ve neden olduğu beyin sulandırıcı monotonluk dikkate alınmadan, daha etkin olmaya zorlanırlar. İşbölümünden kaynaklanan çelişme, eski, bireysel olarak tecrit edilmiş el zanaatçılarının emeğinin ortadan kaldırarak, [onun yerine] daha yüksek bir biçim olan “kooperatif” toplumsal üretimini geçirmesi ile olmaktadır. Fabrika emek örgütlenmesi için toplumsal bir taban, emekçi sınıfların sömürülmelerine karşı kolektif direnç yaratır. İşçiler ve işverenler arasında, ücretler ve çalışma günü uzunluğu üzerine mücadele gelişir. Kapitalist (emek gücünün) satın alıcısı olma hakkını kullanarak çalışma gününü mümkün olduğunca uzun tutmaya çalışırken; … emekçi ise, bir satıcı olarak haklarını savunurak, çalışma gününü belirli normal bir süreye indirmeye çalışır, … Böylece, kapitalist üretimin tarihinde, çalışma gününün saptanması kendisini bir mücadelenin, yani kolektif kapital (yani kapitalistler sınıfı) ve kolektif emek (yani işçi sınıfı) arasındaki mücadelenin sonucu olarak ortaya koyar. (Kapital, Cilt I, s. 259)

Kapitalist, makineleri [üretim sürecine] sokarak emek gereksinimini asgariye indirerek bu anlaşmazlığı halletmeye bakar. Makine [kullanılan] emeğin [niteliğinin] daha da basitleşmesine yol açarak, yetenekli işçiyi sadece makine bakımcılarına dönüştürür. Makine kulanımı çok az güç ve eğitim gerektireceği için, erkek işçiler kadın ve çocuklarla değiştirilebilir, ve böylece de işçi sendikaları zayıflaştırılır. Aynı zamanda, insan emeğini yerini makinelerin alması ile oluşan işsizlik bir “endüstriyel yedek ordusu” (ing. industrial reserve army) yaratır. Herhangi bir ücretle çalışmaya mahkum olan [muhtaç] işsizler, ücretlerin ancak yaşam seviyesinde tutulmasına yardım eder. Onlar ayrıca ihtiyaç duyulduğunda bir endüstriden diğer bir endüstriye kaydırılabilecek işgücü yedeğini (ing. labor reserve) oluştururlar. Bu nedenle, emekçi nüfus, kendi yarattığı sermaye birikimi ile birlikte, kendini nispi ölçüde fazlalık haline getiren, nispi artı-nüfus haline çeviren araçları üretmiş olur; ve o, bunu, her zaman artan boyutlarda yapar … Emekçi artı-nüfus, birikimin ya da kapitalist temele dayanan zenginliğin gelişmesinin zorunlu bir ürünü olduğu gibi, tersine olarak da, bu artı-nüfus kapitalist birikimin kaldıracı (ing. lever) ve hatta bu üretim biçiminin varlık koşulu halini de alır. Bu artı-nüfus, her an elaltında bulunan yedek bir sanayi ordusu oluşturur ve bu ordu, tıpkı bütün masrafları sermaye tarafından karşılanılarak beslenilen bir ordu gibi, tümüyle sermayeye aittir. (Kapital, Cilt I, s. 692-693)

Kapitalistler üretimi mekanikleştirdikçe, öte yandan kendi mahvoluşlarının tohumlarını ekmektedirler. İşçiler iş ararken bir endüstriden diğerine hareket ettikçe, emeğin işbölü anlamsız hale gelir. Uzmanlaşmış işçi yerini sıradan işçiye bırakır. İşbölümü gereksiz hale geldikçe, değişim ekonomisinin tarihsel nedeni de ortadan kalkar. Toplumsal üretimin artan karşılıklı bağımlılığı (ing. interdependence) [giderek birbiri ile daha fazla ilişkili olması], özel mülkiyet ve üretim araçlarının idaresi ile giderek daha fazla çelişir. Bunların sonucu ise ekonomik kriz, piyasa anarşisidir. Büyük ölçekte bir ekonomik planlama gereksinimi kaçınılmaz hale gelir. Her yerde, endüstriyel kuruluşların büyüyen boyutları, çok sayıda kişinin ortaklaşa yapacağı işin daha kapsamlı bir düzen altınan alınması için, bunların maddi devindirici güçlerinin daha da gelişmeleri için, -yani, alışılagelen yöntemlerle yürütülen tek başına üretim süreçlerinin, giderek, toplumsal bakımdan birleştirilmiş ve bilimsel olarak düzenlenmiş üretim süreçlerine dönüştürülmesi için- çıkış noktası olur. (Kapital, Cilt. I, s.688).

… büyüyen sermayenin birikimi büyüyen bir [sermaye] yoğunlaşması demektir. Sermayenin gücü işte böyle büyür, toplumsal üretimin kapitalistçe kişileşen koşullarının, gerçek üreticilerden yabancılaşması böyle artar. Hareket ettiricisi kapitalist olan sermaye kendini gitgide daha fazla toplumsal bir güç olarak ön plana çıkarır; ve artık [bu toplumsal gücün] tek bir bireyin yaratabileceği şeylerle herhangi bir bağıntısı kalmaz. Sermaye artık toplumla karşıtlık içinde bulunan, garip ve bağımsız bir toplumsal güç haline gelir … Genel bir toplumsal güç olarak sermaye ile, toplumsal üretim koşulları üzerindeki bireysel kapitalistlerin [özel kişisel] güçleri olarak sermaye arasındaki çelişki giderek daha uzlaşmaz bir durum alır; bu ise bu ilişkilerin toptan çözülmesine yol açar … (Kapital, Cilt III, s.310).

Kapitalizmin nihai çöküşü ise ürünlerin [içerdikleri] emek değerlerinin, üretim araçlarının büyümesi ile, en düşük seviyesine düşmesi ile olacaktır. Artık-değer emek değerinin bir parçası olduğu için, malların içerdiği emek değerindeki azalma kar oranlarının düşmesine neden olur. Sadece büyük kapitalistler, düşük kar oranlarında hala para kazanabilirler. Daha küçük kapitalistler ise iflas ederek, proletarya saflarına dahil olurlar. En nihayetinde, artık daha fazla sermaye biriktiremeyen kapitalistler üretimi azaltırlar. Kapitalizm, üretim üzerindeki bir pranga [üretimi engelleyen, dışlayan] haline gelir. Çaresiz işçiler ayaklanır, “proletaryanın diktatörlüğü”nü kurar, ve komünist üretim tarzı kapitalizmin yerini alır. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, [bunların] kapitalist kabuğu ile uyuşmaz hale gelir. Bu kabuk paramparça olur. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır [zamanı dolmuştur]. Mülksüzleştirenler (ing. expropriators) mülksüzleştirilir. … kapitalist üretim doğa yasasının kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsımasını [olumsuzlamasını -ing. negation] ortaya çıkarır. Bu yadsımanın yadsınmasıdır (Kapital, Cilt I, s.837).

Marksist İktisadın Sorunları

Bazı insanların düşündüğünün aksine, Marksist iktisadın sosyalist ekonomideki asli ilerleme olduğu doğru değildir. Marks, aslında burjuva ekonomisinin geliştirdiği ve kapitalist sisteme karşı bir suçlama olan, emek-değer teorisini kullanan ilk kişi değildir. Ne de kapitalist sistemi eleştirmekte diyalektiği kullanan ilk kişidir. Marks’ın öne sürdüklerinin özgünlüğü, emek-değer teorisini diyalektik materyalizm ile harmanlamasında yatmaktadır. Daha önceki sosyalist iktisatçılar kapitalizmi kendi değer yasasına uymamakla suçlarken, bunun aksine Marks [kapitalizmin kendi değer yasasına] uyduğunu, ve bunun da en nihayetinde kendi yıkımına neden olacağını savundu. Marks’a göre, diğer emek-değer teorisyenlerinin gözden kaçırdığı şey malların emek-değerleri üzerinden [piyasada] yapılan değişiminin, emek gücünün meta [cinsinden] eşiti üzerinden satışı ile birarada olduğudur. Bu nedenle, malların serbest değişimine dayanan daha adil bir toplum yaratmak için emek-değer teorisini kullanma girişimi, tümden gerici değilse bile, ancak ütopik olarak nitelendirilebilir.

Marks’ın iktisat teorisi bir kaç temel fikire dayanmaktadır; emek-değer teorisi, emek gücünün meta teorisi, ve diyalektik materyalizm. Eğer bu fikirlerin geçersizliği kanıtlanılabilirse, marksist teorik yapı çöker. Başlangıç olarak emek-değer teorisine göz atalım. Marks’ın emek-değer teorisindeki temel argümanı, emeğin tüm metaların ortak özelliği olduğu [hepsinde kullanıldığı], ve bu nedenle de farklı metaların değişimini olanaklı kıldığıdır. Emeğin ana üretim faktörü olduğu konusunda pek az şüphe vardır. Ama emek metalardaki tek ortak şey de değildir. [Metaların] üretimi kıt olan doğal kaynakların ve enerjinin de kullanımını gerektirir.

Kıtlık (ing. scarcity) metaların değerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Kıt olan hammaddelerin kullanılmasıyla üretilen bir ürün, daha bol olan hammaddelerin kullanımı ile üretilen bir ürüne göre daha yüksek bir değişim değerine sahip olacaktır. Marks da aslında bunu, kaza ile olsa da, toprak rantı teorisinde (ing. theory of land rent) kabul etmiştir. Marks Ricardo’nun toprak rantı kuramını eleştirir; çünkü Ricardo “mutlak rant”ı dikkate almadan, en düşük rant ücreti bedelinin [toprak kirası] en az verimli toprakla ilintili olduğunu; toprakların verimliliklerine bağlı olarak farklı rant değerlerinin olması gerektiğini söyler. Marks’a göre mutlak rantın kaynağı, toprağı kullanma ücreti olarak derebeyine [toprak ağası -ing. landlord] belli bir ücret [sabit ödeme, tımar, kira gibi] ödemeden kapitalist çiftçilerin tarımsal üretim yapmasını engelleyen, derebeylerinin tüm verimli topraklar üzerindeki tekelidir. Rant [kira] ise, tarımsal metaların üretilmesinden elde edilen artık değerin ötesinde, tarımdan emilen (ing. extracted) bir artık değerdir. Marks’ın aklına gelmeyen şey ise, toprağın üretilmiş bir mal olmadığı ve dolayısıyla da herhangi bir emek değerine sahip olmaması nedeni ile, derebeyine ödenen “artık değerin”, metaların üretilmesi yolu ile emilen artıktan niteliksel olarak farklı olması gerektiğidir. Yani ekilebilir toprak gibi kıt olan hammaddeler, derebeyinin o değeri almaya hakkı olup, olmamasından bağımsız olarak; ticarete tabi [değişim yapılmaya müsait] bir değere sahiptirler.(02)

Enerji de aynen kıt hammaddeler gibi metaların değerinin [oluşmasına] katkıda bulunur. Üretim giderek daha fazla mekanik hale geldikçe, metayı üretmek için gereken insan emeği miktarı azalır. Ama üretimi gerçekleştirmek için gereken insani-olmayan enerji miktarı artar. Enerji, kıt yakıtların tüketimi ile elde edilmesinden dolayı, bir değere sahiptir. Öte yandan ise, diğer kıt kaynakların aksine enerji geri dönüştürülemez (ing. recycle). Makine ya da “sabit sermaye”den farklı olarak, [enerji] ne biriktilebilir, ne de amortize edilebilir [kullanım dolayısıyla oluşan aşınma payı]. Üretim giderek daha fazla mekanikleştikçe metanın emek değeri azalır; ama metanın enerji değeri artar, ve bu da yaşanan emek tasarrufunu kısmen dengeler (ing. ofsetts). Bir yandan talebin artması, öte yandan ise azalan arzın etkisi ile artan enerji maliyeti, Marks’ın emek-değer teorisinin beklentilerinin [aksine], metaların değerlerinin sıfıra doğru düşmesini engeller. Enerji ve emek arasındaki bu ikame [birbirinin yerine geçmesi, birbirinin yerine kullanılması], düşük emek değerine sahip, ancak yüksek enerji değeri olan manifaktür mallarının emek-yoğun hizmetlerle değiştirildiği modern “post-endüstriyel” hizmet ekonomisinin ortaya çıkmasını açıklar.

Kıtlık, emek ve enerji dışında da mal ve hizmetlerin değerini etkileyen faktörler vardır. Fiziki ve toplumsal altyapının devam ettirilmesinin maliyeti; yine estetik, kültür ve daha birçok etki burada [mal ve hizmetin değerini belirlemede] rol oynar. Yani buradaki [önemli] nokta, tek başına emek gücünün kapitalist bir toplumda, ve gelecekteki herhangi bir toplumda değişim değerini belirlemediğidir. Ama emek-değer teorisi olmadan Marks’ın teorisinin ana itici gücü ortadan kalkar. Kapitalizm, azalan emek gücünden daha fazla artı-değer elde edememesi nedeni ile çökmeyecektir.

Diğer yandan, Marks kapitalizmin çöküşü tahminini sadece “azalan kar oranları”na değil, aynı zamanda da emek gücünün meta teorisindeki [-de açıkladığı gibi] ortaya çıkacak olan artan sınıf çatışmasına dayandırır. Bu teoriye göre, kapitalizmde emek gücü herhangi bir diğer meta gibi değiştirilmektedir [satınıp, alınmaktadır]. [Emeğin değeri] ürettiği tüm ürünün değeri [-ne eşit] değil, bunun ancak işçiyi ve çocuklarını, yani bir sonraki işçi kuşağını hayatta tutacak kadar bir kısmıdır. Marks kendi teorisini “ücretlerin [belirlenmesinin] demir kuralı” (ing. iron law of wages) [teorisinden] ayırmak için, [kendi teorisindeki] gerekli ücret düzeyinin “kültürel olarak” belirlendiğini belirtir. Yani işçilerin ücret seviyesi hayatta kalabilmeleri için gerekli olan asgari miktardan daha fazlasını, yani eğitim ücretlerini de içermelidir; ve işçiler ve ailelerinin [o] ülke için uygun olan [yaşam] standartları sürdürebilmelerine imkan tanımalıdır. Marks, işçi sendikalarının bu yaşam standartlarını yüksek tutmakta gerekli bir rol üstlendiğini kabul eder. Ama endüstrinin giderek mekanikleşmesi sonucunda giderek büyüyen bir işsiz yedek ordusu, işçi ücretlerinin devamlı olarak aşağı çekilmesi sendikaların çabalarının altını oyacaktır; bu ise çaresiz işçiler kapitalizmi yıkana kadar sürecektir.

Ne yazık ki emek gücünün meta teorisi, emek-değer teorisinden de az destekleyici şeye sahiptir. Marks’ın argümanındaki zayıf nokta, geçimlilik ücretlerinin “kültürel olarak” belirlendiğini ve sendika çabalarınca etkilendiğini kabul etmesidir. Artık [sadece] ekonomik yasalarla değil, sendika örgütlenmesinin düzeyi, işçi sınıfının isyankarlığı ve kabul edilebilir bir yaşam standartının ne olduğu hakkındaki kültürel beklentiler gibi diğer bir grup değişkenle uğraşmamız gerekir. Ücretlerin bir asgari seviyeye endekslenmesi kuralındaki tüm bu istisnalar, kuralı kendiliğinden geçersiz kılar. Geçtiğimiz yüzyılın tarihi, sendika hareketince kazanılan zaferler, kapitalist refah devletinin yükselişi [aslında] Marks’ın argümanının hatalı olduğunu göstermiştir.

Bunun da ötesinde, emek-değer teorisi ve emek gücünün meta teorisi birbiri ile çelişmektedir. Marks’a göre, emek-değer teorisi azalan kar oranlarına neden olmalıdır. Marks bunu kar oranı denklemini, p.r.=s/(c+v) kullanarak matematiksel olarak ispatlamaya çalışır (s artı-değer, c makinalara yatırılan sabit sermaye, ve v ücret olarak ödenen değişken sermaye miktarı). Eğer, diğer iki değişken sabitken (yani, emeğin sömürü oranı (s/v) sabitken), sabit sermaye miktarı (c) artarsa genel kar oranı azalmalıdır. Ama bu geliştirilen üretim teknikleri nedeni ile metaların ucuzlayacağı, işçilerin daha az bir ücretle daha çok mal satın alabileceği gerçeğini gözardı eder. Kar hadlerinin düşmesi için, işçilerin gerçek ücretlerinin (alım gücünün) geçimlilik seviyesinin üstüne çıkması gerekir. Diğer yandan, bu ise emek gücünün meta teorisinin geçersiz olması anlamına gelir.(03)

Marks çelişkileri dikkate almadan her iki teorinin de geçerli olduğunda ısrar etti, çünkü her ikisi de onun diyalektik materyalizm teorisi için gerekliydi. Marks’a göre, üretim araçlarının özel sahipliği tarihsel olarak gerekli olmayıncaya kadar, kapitalizm üretim araçlarını geliştirilmelidir. Kapitalizmi komünizmin takip etmesi gerektiği sonucu çıkarrmak için hiçbir neden olmaması nedeni ile bu bir iman ilkesidir (ing. article of faith). Diyalektik materyalizm tarihi tek bir nedene indirger, yani daha fazla ekonomik üretkenlik için arayışa. Buna göre tarih, uygarlığın gittikçe daha güçlenen “üretim tarzlarına” göre kategorilere ayrıştırılabilir; asya tarzı, feodal, kapitalist, ve bir uzanım olarak sosyalizm gibi. Bu tarihsel değişim modeli, politik kurumların rolü, ideoloji, kültür gibi birçok tarihsel değişkeni ya dışarıda bırakır, ya da onları ikinci derece etkiler olarak ya da “üstyapı” (ing. superstructure) olarak değerlendirir. Birçok tarihsel olayın hiç bir ekonomik açıklaması yoktur, örneğin Roma İmparatorluğunun görece ekonomik olarak geri olan saldırganlarca istila edilmesi gibi.

Diğer yandan, diyalektik materyalizmin doğru olduğu kabul edilse bile, [diyalektik materyalizm] kapitalizmin takipçisini tahmin etmek konusunda hiçbir temel ortaya koymaz. Diyalektiğe göre, kapitalizmi takip [edecek sistem] bir anlamda kapitalizmin yadsıması olmak zorundayken, bir anlamda da devamı olmak zorundadır. Marks biraz da rastgele bir şekilde, olumsuzlanacak olanın kapitalizmin “anarşist”, plansız, değişim sistemi olduğunu belirterek; kapitalizm altında gerçekleştirilen teknolojik gelişmelerin ise aynen korunacağını belirtir. Bu ise ekonomik planlamanın tek bir fabrika ötesine geçerek, fabrikaların, endüstrilerin ve bölgelerin küresel ağını (ing. network) kucaklamasını mümkün kılar. Marks bunu komünizme yönelmiş olan diyalektik bir eğilim olarak değerlendirir. Kapitalizm, merkezi planlamaya [giderek] daha fazla teslim oldukça özel mülkiyetin gülünçlüğü herkes tarafından anlaşılacak ve geriye kalan kapitalistler de mülksüzleştirileceklerdir.

Marks’ın doktrinini ortaya atmasının üzerinden yüzyıl kadar geçti, şu ortaya çıktı ki sermayenin merkezileşmesi komünizme doğru bir ilerlemeye yol açmamıştır. Olagelen şey, hem hükümet seviyesinde, hem de şirket seviyesinde [gözlenen] ekonomik bürokrasideki aşırı büyümedir. Ortadan kalkmak yerine kapitalistler, şirket idarecileri saflarına [doğru] evrildiler. Daha düşük seviyedeki şirket ve devlet çalışanları ise, küçük işadamları ile birleşerek orta sınıfı genişlettiler. Bu bürokratikleşme doğal olarak eski-tip kapitalizmin yadsınması anlamına gelirken, komünizme yaklaşan bir adım da değildir. Sınıflı toplum kendi diyalektiğine bırakılırsa sınıfsız bir topluma doğru değil, sadece farklı bir tür sınıflı topluma doğru evrilir. Bu kapitalizmi belli bir süre de olsa defetmekte başarılı olan ülkelerde yaşanan nihai bir paradokstu. Marksizm yeni bir sınıflı toplumun resmi ideolojisi haline gelmiştir. [Bu ise] insanlık için Hegelci bir şaka olan, kendinin yadsınması demektir.

Marks’ın Olumsuz Mirası

Marks’ın iktisada gerçek katkısı kapitalist bir iktisatçı olaraktır. Kapitalizmin ekonomik “çelişkileri” üzerine yoğunlaşarak ve ekonomik krizlerinin nedenlerini ortaya çıkararak, Marks 20. yy.’daki refah devleti kapitalizminin teorik temellerini ortaya koymuştur. Ekonomiye devlet müdahalesi kapitalizmi zayıflatmak bir yana, onun istikrar kazanmasına ve emek hareketinin sınıf işbirliği politikası içine hapsedilmesine yardımcı olmuştur. Kapitalist büyümenin nihayetinde sosyalizme yol vereceğine olan diyalektik imanı ile Marksizm, sadece ve sadece takipçilerinin [izlediği] siyasi opportunizmi rasyonelleştirmelerine yardımcı olmuştur. İşçiler, komünizmin gerekli [kaçınılmaz] olacağı noktaya kadar üretim araçlarını geliştirmeye yardım ettikleri sürece, kurban edilebilirler.

Diyalektik mantığın faziletleri (ing. merits) ne olursa olsun, yeni bir toplum oluşturmak için kullanışsız bir araçtır. Sınıfsız bir toplum inşa etmenin araçları [sadece] kapitalizmi eleştirerek ortaya çıkarılamaz. Nasıl daha iyi yapılabileceği hakkında bazı fikirler olmadan, tek başına eleştiri imkansız bir şeydir. Bu nedenle diyalektik, Hegelcilerin ampirik [görgül; deneye, gözleme dayanan] bilimin problemi olduğununu iddia ettikleri “a priori” [önsel, yani birşey gerçekleşmeden önce yapılan] varsayımlardan bağımsız değildir. Marks komünizmin kapitalizmden bir sonraki üretim biçimi (ing. mode) olacağını varsaymış; ve ayrıntılı bir planını ortaya koymasa da, onun [komünizmin] ana özelliklerinin neler olacağını varsaymıştır. Bundan sonra ise herşeyin gittiğini yönün bu [-na, komünizme doğru] olduğunu göstermeye çalışmıştır, ve karşı kanıtları ise ya gözardı etmiş, ya da sözü evirip çevirmiştir. Tarih onun yanlış olduğunu ispatladı. Daha fazla ekonomik üretkenlik için arayış, işçilerin özgürleşmesine neden olmadı.

Sınıfsız bir toplumun ekonomisi, [artık] işçilerin sömürüye maruz kalmadığı iş yerleri ve bölgesel ekonomiler yaratmak için yapılan bilinçli teşebbüslerin incelenmesi ile anlaşılabilir. Bu kooperatiflerin, komünlerin ve toplumsal devrim yaşayan ülkelerin ekonomilerinin araştırılması demektir. Bunların başarıları ve başarısızlıkları gerçekteki kısıtların ve imkanların neler olduğunu bize gösterecektir.

Notlar:

  1. Marksizm ve Hegel arasındaki ilişkinin daha ayrıntılı bir açıklaması için Tony Smith’in “Marks’ın Kapital’inin Mantığı” adlı eserine bakınız.
  2. Marks’ın Ricardo’nun rant teorisine eleştirisi için “Artı-Değer Teorileri” adlı eserine bakınız. Bakınız, Oakley, Cilt 2, s. 64, 105, 106.
  3. Bakınız Robinson, s. 36.

Kaynaklar:

  • Marks, Karl ve diğerleri. “Anarşizm ve Anarko-Sendikalizm: Marks, Engels ve Lenin’den Seçme Yazılar”, International Publishers, New York, 1974.
  • Marks, Karl. “1844 Ekonomi ve Felsefe El Yazmaları”, Martin Milligan tarafından çevrildi. Prometheus Book, Buffalo, 1988.
  • Marks, Karl. “Kapital”, Cilt 1, Random House baskısı, New York.
  • Marks, Karl. “Kapital”, Cilt 3, Random House baskısı, New York.
  • Marks, Karl ve Friedrich Engel. “Komünist Manifesto”, Inrenational Publishers, New York, 1971. Norman, Richard ve Sean Sayers.
  • Oakley, Allen. “Hegel, Marks ve Diyalektik”, Harvester Press, Brigten, 1980.
  • ——. “Marks’ın Politik İktisat Eleştirisi”, Cilt 2, Routledge & Kegan Paul, Londra, 1984.
  • Robinson, Joan. “Marksist İktisat Üzerine Bir Makale”, MacMillan Press, Hong Kong, 1982.
  • Smith, Tony. “Marks’ın Kapital’inin Mantığı: Hegelci Eleştirilere Yanıtlar”, State Universit of New York Press, Albany, 1990.

Çevirenin Notları:

(çn.1) – Diyalektik (Eytişim): Doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının çatışması ve aşılmasıyla durmaksızın devindiren ve geliştiren süreç.

Hegel’de Diyalektik: Hegel’e göre bilgisel süreçle doğasal süreci kapsayansaltık (hiçbir nedensel ilişki gerektirmeden, kendiliğinden varolan)varlık’ın gelişme süreci, eytişim ile gerçekleşir. Her sav, karşı sav’ıyla yadsınarakbireşim’e ulaşır [tez&anti-tez–>sentez]. … Hegel’e göre saltık varlık olan düşünce ilkin insan bireyinde uyanmıştır; sonra başka ben’lerle bağlantılı olan bir kültür düzeyine atlayarak gelişmiş ve kendi özüne uygun bir evreni gerçekleştirmiştir. Daha sonra da kendisinin bilincine ulaşarak felsefe, din ve sanat gibi saltık değerleri gerçekleştirmiştir. Hegel’e göre değil insan bilinci, insansız ve nesnel bir dünya olmadan önce saltık bir düşünce vardı. Her şey bu saltık düşünceden oluştu … bu saltık varlık, felsefesel bir Tanrı’dan başka bir şey değildir.

Eytişimsel Özdekçilik (Diyalektik Materyalizm): Her türlü gelişmenin genel yasalarını tanımlayan bilim … Eytişimsel özdekçilik; doğa, toplum ve bilinç olgularını evrensel bir varlık anlayışı içinde bütünler ve bütünlüğün aynı çelişme yasası ile geliştiğini meydana koyar … Eytişim “devim (hareket, oluş) ve gelişme”, özdekçilik “doğanın insan düşüncesinden bağımsız olarak varlığı” anlamındadır.

(çn.2) – Kavram kelimesi, ingilizcedeki concept ve notion kelimelerinin ikisine birden karşılık gelmektedir. Ama bu iki kavram her zaman birbiri ile aynı şeyleri ifade etmez; concept kavramı usun (aklın) yarattığı, notion kavramı ise usun edindiği şey anlamlarına gelir.

(çn.3)Kullanım ve Değişim Değeri: Kullanım değeri insan emeğinin her ürününün bir yarar sağlaması, bir gereksinimi karşılaması gerçeğinden ortaya çıkar. Ürünün basit olarak kullanım amacı ile değil de, pazarda değişim yapmak amacı ile üretilmesi onun metalaşmasına yol açar. Bunun sonucunda da ürünün (metanın) bir değişim değeri ortaya çıkar. Kullanım değeri olmayan ürünün değişim değeri de olamazken, kullanım değeri olan her ürünün değişim değerinin olması gerekmez [yani ürünün piyasada değişime maruz kalması gerekir, örneğin bir ev hanımının yaptığı ev işlerinin bir değişim değeri yoktur].

(çn.4) – “the course of true love never did run smooth” -Shakespeare, Bir Yaz Gecesi Düşü.

Yararlanılan Kaynaklar:

  • Hançerlioğlu, Orhan (1996),Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi.
  • Mandel, Ernest (1963), Marksist Ekonomi Kuramına Giriş, Ünlü Yayıncılık, çeviren: Ali Ünlü, 1991.
  • Marks, Karl (1867), Kapital – Cilt I, Sol Yayınları, çeviren: Alaattin Bilgi, 1997.
  • Marks, Karl (1883), Kapital – Cilt III, Sol Yayınları, çeviren: Alaattin Bilgi, 1997.
  • Marks, Karl ve Friedrich Engels (1848), Komünist Parti Manifestosu, Aydınlık Yayınları, çeviren: Nur Deriş, 1979.
  • Marks, Karl ve Friedrich Engels,Anarşizm Üzerine, Sol Yayınları, çeviren: Sevim Belli, 1999.

Çeviri: Anarşist Bakış