Proudhon ve Anarşizm: Proudhon’un Liberter Düşüncesi ve Anarşist Hareket – 1996 – L. Gambone

  Anarşizm, Larry Gambone

Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, […] ile gösterilmiştir.

GİRİŞ

Pierre Joseph Proudhon’un çalışmalarını okumam yirmi yılı buldu. Bakunin, Kropotkin, Malatesta ve Goldman, hepsi bana oldukça aşinaydılar; peki “Anarşizmin Babası” hakkında bu kadar suskun olmam nedendi?. Bu kısmen Marks’ın çalışmalarının kamuoyu üstündeki genel etkisine bağlanabilir. Marks Proudhon üzerinde kıyıcı işler yaptı, ve Hal Draper gibi Marksistler Proudhon’u otoriter veya faşist eğilimli olarak gösterecek bağlamından koparılmış alıntılar yaptılar veya utanç verici açıklamalar ortaya çıkardılar. Proudhon’un “tutarsız” olduğunu veya “pek de anarşist olmadığı”nı iddia eden anarşistler de var. (01) İngilizce konuşan liberterler arasında, P.J. “mülkiyet hırsızlıktır” ifadesi ve hükümeti kınaması, ve de birkaç ufak tefek şeyle bilinmektedir.

Onun çalışmalarını en sonunda okuduğumda, “tutarsız” veya “pek de anarşist olmamak” bir yana, “Besancon’lu Bilge” [bende] pratik olan ve ütopik karşıtı bir anarşizm olarak gözüktü –Mevcut toplum içindeki potansiyellere dayanan, dışardan dayatılan bir doktrin veya ideoloji olmayan bir anarşizm. Proudhon’un anarşizm algısı özgün olduğuna ve diğerleri ondan türediğine göre, eğer bu sonraki varyasyonlar orijinal olandan önemli bir şekilde farklılaşıyorlarsa, o zaman belki de bu değişikliklerinin olumlu veya “ilerici” bir doğaya sahip olup olmadıkları sorgulanmalıdır. Anarşizmin tarihi, genel olarak Proudhon ve Bakunin’in oluşum dönemi kolektivizmden anarşist komünizme ve sendikalizme doğru yönelen doğrusal bir ilerleme olarak görülür. Ancak tarihte daha sonra gerçekleşen herşeyin, daha önce olanlardan ne daha iyi olması ne de bir gelişmeyi ifade etmesi birer zorunluluktur.

Halk zihninde, anarşizm fanatiklerin veya teröristlerin mantık dışı doktrindir. Ancak Proudhon’un anarşizmi mantıksal, şiddet karşıtı ve ütopik olmayan bir anarşizmdir. Ancak, “eylemli propaganda” dönemi olumsuz anlayışı için zemin hazırlamıştır. Orijinal olarak algılandığı şekliyle anarşizm [kendisinin] tam karşıtına dönüştü. Bu tarihte hiç de sıradışı bir şey değildir; orijinal Hristiyanları ve Engizasyonu, Nietzsche ve “Nietzschecileri” bir düşünün.

Anarşizmin özgün anlayışından tamamen farklı bir şeye dönüşmesi, yanlızca akademik ilginin alanında olan bir şey değildir. Levithan Devlet ve Yeni Dünya Düzeni’nden beri, tarihimizdeki en büyük meydan okumalarla karşı karşıyayız. Ancak kitlesel bir hareket bizi kurtarabilir. Bölünmüş bir halk asla bu işi başaramaz. Proudhon’un felsefesi bu tip bir hareketin yapılandırılabileceği temeli sağlamaktadır. O, popülizm ile liberterlik ve “sol” ile “sağ” liberterlik arasında bir köprü kuran ender düşünürlerden birisidir.

Kuzey Amerikalı Okurlara Not:

Kuzey Amerika’daki insanların çoğunun Proudhon’dan haberi yoktur, ancak burada etkileri olmuştur. Gazete editörleri Charles Dana ve Horace Greely’ onun fikirlerine sempatik yaklaşmışlardır, ve Amerikan bireyselcilerini etkilemiştir –özellikle onun en önemli yazılarını çeviren ve yayınlayan Benjamin Tucker’ı. Proudhon’un kredi ve para sistemlerine yaptığı eleştiriler, Greenback Party üzerinde etkili olmuştur. Karşılıkçı birlikler ve Halk Bankası fikirleri, kredi birlikleri ve kooperatif hareketlerinin öncelleridir.

PROUDHON ANARŞİZM AÇISINDAN NE ANLAMA GELİR?

Kamuoyu anarşizmin kaos veya terörizm anlamına geldiğini düşünür. Ancak anarşist olduğunu iddia eden pekçok insanın da anlamı konusunda kafası karışıktır. Bazıları anarşizmin yapmak istediğin herşeyi yapma hakkının olduğunu benimseyen bir doktrin olduğunu düşünür. Bazıları ise saf anarşist ütopyanın –bir nevi dünyevi bir barış ve özgürlük Cennet’e– erişilecek günü düşler. Bunların hiç biri Proudhon’un düşüncesi değildir. “Anarşi” saf veya mutlak bir özgürlük durumu değildir, çünkü saf anarşizm sadece bir ideal veya efsanedir.

“(Anarşi) …, insani hükümet ideali, … bu ideale erişene kadar yüzyıllar geçecektir, ancak bizim yasamız o yönde ilerlemektir, o amaca hiç durmadan giderek yaklaşmaktır, ve bu nedenle ben federasyon ilkesini destekliyorum. (02) … hükümet veya otoritenin bütün izlerinin ortadan kaybolması olası değildir …” (03)
Proudhon, halkın otoritenin rolünü en aza indirgemesini arzular; sürecin bir parçası olarak, bu anarşiye yol açabilir de açmayabilir de. Sonuç, sürecin kendisi kadar önemli değildir.
“(Anarşi) kelimesiyle, siyasi ilerlemenin en aşırı sınırına işaret etmek istedim. Anarşi …, bilim ve hukuğun gelişmesiyle oluşan özel ve kamusal bilincin tek başına düzeni sağlamaya ve tüm özgürlükleri garanti etmeye yeterli olduğu bir hükümet veya anayasa biçimidir. … Polis, önleyici ve baskıcı yöntemler memuriyetliğinin, vergi v.b. kurumları en aza indirilmiştir; … monarşi ve yoğun merkezileşme ortadan kaybolur, [bunun yerini] komüne dayanan federal kurumlar ve yaşam tarzı alır.” (04) (NOT: “Komün” belediye anlamına gelir).
Gerçek dünyada, tüm mevcut siyasi anayasalar, anlaşmalar ve hükümet biçimleri uzlaşma ve dengeye dayanır. Bu iki terimden hiç birisi, [yani] ne Otorite ne de Özgürlük ortadan kaldırılamaz; anarşinin amacı yanlızca otoriteyi azami şekilde sınırlamaktır.
“Tüm örgütlü toplum biçimlerinin temelini oluşturan iki ilke, [yani] Otorite ve Özgürlük [ilkeleri], bir yandan devamlı bir çatışma hali içinde birbirlerine karşıttırlar; öte yandan da hiç biri bir diğerini ortadan kaldıramaz veya [bu karşıtlığı] çözüme kavuşturamaz, bu ikisi arasında bir tür uzlaşma olması gereklidir. Hangi sistem tercih edilirse edilsin, bu ister monarşik, demokratik, komünist veyahut anarşist olsun, [bu sistemin] ömrü karşıt ilkeyi hesaba katma derecesine bağlı olacaktır.” (05)
“… yani monarşi ve demokrasi, komünizm ve anarşizm, bunların hepsi kendi kavramlarınının saflığı içinde kendilerini gerçekleştiremezler, karşılıklı olarak ödünç almalarla bir diğerini tamamlamak zorundadırlar. Burada herhangi bir karşıt görüşü dinleyemeyecek fanatiklerin hoşgörüsüzlüğünü azaltacak bir şeyler kesinlikle vardır … Onlar, o zavallı biçareler, kendi ilkelerine vefasız olmaları gerektiğini, [yani] siyasi imanlarının bir tutarsızlıklar [toplamı bir] doku olduğunu, …. aykırılıkların [çelişmelerin] tüm programların kökünde yattığını öğrenmelidirler.” (06)

Mutlak anarşiyi redderek ve açık uçlu bir süreci tercih ederek, Proudhon tüm mutlakçılık ve ütopyacılık biçimlerini yermişti. Ütopyacılığın tehlikeli olduğunu ve mutlakçılığın bir ürünü –somut gerçeklikle zihnin soyut ürünlerini ayırd etmekte başarısız olan bir düşünce biçimi– olduğunu düşünür. Anarşist kuram açık uçlu, “gevşek” olmalıdır. Ne katı-köşeli bir determinizm [gerekircilik] ne de “tarihin zorunlu aşamaları” vardır Proudhon’a göre.
“… yazarlar pratiği kuramdan, gerçeği idealden ayırt etmekte başarısız olan, yanlış olduğu kadar da tehlikeli olan siyasi bir varsayımı yanlış bir şekilde kabullenmişlerdir, … her gerçek hükümet zorunlu olarak bir karışımdır …” (07)
“… pek az kişi bugünkü gidişatı savunmaktadır, ancak ütopyalardan tiksinme hiç de daha az yaygın değildir”. (08)

Ütopya sadece tehlikeli bir efsane [mit] olarak kalmamakta, çalışan insanlar bu tip boş hayallerle kendilerini meşgul etmeyecek kadar pratik ve zekidirler.
“Halk aslında hiç de ütopyacı değildir, … mutlak olana hiç inanmazlar ve tüm a priori [önsel, önceden mantıksal olarak çıkarımsanmış] sistemleri redderler…” (09)
Ortada kolay bir –Dünyevi Cennet– çözüm yok; işler iyileşebilir, ancak biz yine de çalışmalıyız. İşte bu, entelektüellerin tüm süslü rüyalarının ve sistem-simsarlıklarının karşısında olan, onun katı gerçekçiliğidir. Yoksunluk [ing. destitution, aşırı yoksulluk] değil, yoksulluk –ki bununla lüksün olmamasını ifade eder– iyi bir yaşamın temelidir.
Mutlakçılığı reddederken, Proudhon asla özgürlük sorunu hakkında laf kalabalığı yapmamıştır. Eşitliği özgürlüğün karşısını koyan, ve birincisi için bu ikincisinin kısıtlanmasını talep eden modern solun aksine, Proudhon kararlı bir liberterdir:

“Lois Blanc cumhuriyetçi sloganı tersine çevirecek kadar ileri gitmişti. Artık Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik dememektedir; o Eşitlik, Kardeşlik, Özgürlük! … Eşitlik! demektedir. Ben bunun –ne kurama ne de sınırlamaya gereksinimi olmayan– Özgürlüğün doğal bir ürünü olduğunu düşünüyordum. (10) … yerel iktidarın gücünü çoğaltarak vergilerin, merkezi otoritenin kaldırılması. İşte Jakobenlikten ve Komünizm’den kaçınmanın yolu burada yatar.” (11)
PROUDHON’UN DEVRİMİ
Proudhon anarşist toplumu nasıl tanıtmaktadır? Ütopyacı projelerle veya sil baştan bir devrimle değil,

“bu devasa makinanın, … Devlet’in çarklarını birbiri ardına küçülterek, basitleştirerek, merkezsizleştirerek ve bastırarak, ekonomik sistemdeki siyasi veya hükümetsel sistemin yok olmasına yol açmak, onu dağıtmak, batırmak.” (12)
“devrimci eylemi toplumsal reformun bir aracı olarak öne sürmemeliyiz, çünkü bu sahte araçlar[-ın kullanılması] basitçe zora veya keyfiliğe başvurmak olacaktır, kısacası bir çelişki olacaktır. Ben şahsen sorunu şöyle ortaya koyuyorum; toplumdan alınan refahı ekonomik bileşimle topluma geri verilmesini sağlamak.” (13)

“Biz barışçıl bir devrim istiyoruz … devirmekten sizi sorumlu tuttuğumuz kurumları bizzat kullanmalısınız … öyle ki, yeni toplum adeta eskisinin kendiliğinden, doğal ve zorunlu bir gelişimi olarak görülecektir; ve devrim, eski düzeni ortadan kaldırırken, yine de ondan kaynaklanacaktır.” (14)

Proudhon bir devrimciydi, ancak onun devrimi şiddet içeren bir ayaklanma veya bir iç savaş demek değildi; daha ziyade toplumun dönüştürülmesi demektir. Bu dönüşüm doğası itibariyle temelde ahlakidir ve değişimi isteyenlerden en yüksek etiğe sahip olmalarını talep eder:
“Küçük reformlar, veya küçük ekonomiler veya küçük hatalar diye bir şey yoktur. İnsanın yaşamı, toplumun devamlı bir reform içinde olduğu bir savaşımdır, o nedenle reform yapalım ve durmaksızın reform yapmaya devam edelim.” (15)
Kendini algılayışı ılımlı bir kişidir; senden-daha-ahlaklı, sizden-daha militan olma tavırlarıyla meşgul olmaya gereksinimi duymamıştır.
“Ben düzenin en büyük sanatçılarından birisiyim, en ılımlı ilericilerden birisiyim, bugüne kadar yaşayan en az Ütopist olan ve en pratik reformcularından birisiyim.” (16)

FEDERALİZM

Kendinden yönetimi [self-government] veya anarşiyi başarmanın yolu federasyon’dur. Proudhon, otorite ve Devlet’i federal bir sistem yardımı ile ortadan kaldırmayı arzular. Aşağıdaki alıntıda nasıl Devlet’in hala var olduğuna, ancak artık yok olma yoluna girdiğine dikkat ediniz.

“Özü daima devletten ziyade yurttaşlara, ve merkezi iktidardan ziyade belediyesel ve ilçesel otoritelere güç sağlamak olan federasyon anlaşması, bizi doğru yöne ulaştıracak tek şeydir. (17) … birliğe dahil olan yurttaşlar 1. devlete feda ettiği kadar devletten kazanmalıdır. 2. anlaşmanın, … özel amacına –[yani] federasyon olarak adlandırılan siyasi anlaşmaya– erişmek için vazgeçmesi gereken hariç olmak üzere, özgürlüğüne tamamen sahip olmalıdır. (18) Özgür birlik … yegane toplum biçimidir. [19] Yasalar sisteminin yerini alacak olan anlaşmalar sistemi gerçek hükümeti, halkın gerçek egemenliğini, [yani] CUMHURİYET’i oluşturacaktır.” (20)

SİYAH VE BEYAZ DEĞİL

Anarşizm dahil olmak üzere tüm hükümet biçimlerinin karışık bir tabiata sahip olması nedeniyle, Proudhon hükümet tiplerini bir devamlılık [süreklilik] içinde canlandırabilmiştir. Bütün hükümetlerin diğerleri kadar otoriter olması gerekmez.

“… anayasal monarşi sınırlı bir monarşiye yeğdir: aynen temsili demokrasinin (monarşik) anayasalcılığa tercih edilebilir olduğu gibi.” (21)
Bununla beraber, hükümetleri iki tipe ayırmıştır; Özgürlük Rejimi ve Otorite Rejimi. Anarşi ve demokrasinin aynı liberter çatı altında yer aldığına dikkat ediniz. Hiç şüphesiz aklında ABD ve İsviçre vardı. Günümüzün seçkinci demokrasinin burada yer alması pek olacak bir şey değildir.
“Otorite Rejimi
1. Herkesin birisi tarafından yönetilmesi – monarşi
2. Herkesin herkesçe yönetilmesi – komünizm
Özgürlük Rejimi
1. Herkesin her bir kişi tarafından yönetilmesi – demokrasi
2. Her bir kimsenin her bir kişi tarafından yönetilmesi – anarşi veya kendinden yönetim.” (22)

PROUDHON’UN İKTİSADI

Proudhon’un ilgisi yanlızca toplumun siyasi örgütlenmesiyle sınırlı değildi. İlk eserlerinde, örneğin Mülkiyet Nedir?’de, kapitalist ekonominin doğasını ve sorunlarını ele almıştı. Kapitalizme karşı derinlemesine eleştirel olmakla beraber, birliği putlaştıran günün sosyalistlerini de karşı çıkmıştı. Kendi haline veya kişilere bırakılması daha iyi olacak şeyler vardır. Aynı zamanda ne çeşit birlik örgütlenmesi gerektiği sorusu vardı. O, ister Fourierci koloniler olsun isterse komünist ütopyalar olsun, tüm sistemlere şüpheyle yaklaşırdı. Sosyalistleri, seküler bir dinin inanırları gibi nasıl duvara çivilediğine dikkat ediniz.

“Birlik, bir dogmadır [inaktır] … bir ütopyadır , … bir SİSTEMDİR ….; onlar, sabit fikirleriyle toplumun hayali bir plan üstünden yeniden inşaasıyla … sonlanmaya mahkumdurlar. … Bu gibi yorumcularla sosyalizm bir din haline gelir …” (23)
“Birlik doğası itibariyle özgürlüğün karşısında olan, ve zararını yeterince telafi etmedikçe hiç kimsenin bağımlı olmaya razı olmayacağı bir bağdır. … Birliğin ilkeleri ile toplumun bizi şekillendirdiği sonsuz sayıda çeşitli yöntem arasında bir ayrım yapalım. (24) … birlik yanlızca belli koşullar altında uygulanabilirdir. …” (25)

“Herhangi bir dışsal iktisadi karşılık veya herhangi bir önde giden çıkar olmaksızın kurulan birlik; bir birliğin kendi başına gerçek bir değeri yoktur, bir efsanedir [mittir].” (26)

KARŞILIKÇILIK

Proudhon, karşılıkçılığı hem kapitalizmin hem de sosyalizmin alternatifi olarak öne sürdü. Karşılıkçılık bir [zihinsel] tasarım değildi, Lyon işçileri tarafından kurulmuş olanlar gibi, var olan karşılıklı yardımlaşma toplulukları ve kooperatiflerinin gözlemlenmesine dayanarak şekillendirmişti. Sanayideki kooperatif birlikler ancak belli koşullar altında –büyük ölçekli üretim– uygulanabilirdi.

“… karşılıkçılık, insanların ancak üretim talepleri, malların ucuzluğu, tüketimin gereklilikleri ve bizzat üreticilerin güvenliği gerektirdiği ölçüde –yani, halkın özel üretime güvenmesinin olası olmadığı durumlarda– birlik olmasını amaçlar … Böylece ne bir sistematik görüş, … ne de parti ruhu veyahut boş bir aşırı duygusallık ilgili kişileri birleştirmiş olur.” (27)
“Üretimin büyük bir işbölümü gerektirdiği durumlarda işçiler arasında bir BİRLİK oluşturulması gereklidir … çünkü bu olmaksızın onlar astlar ve üstler olarak birbirlerinden ayrı kalmaya devam edeceklerdir, ve böylece de özgür ve demokratik bir toplumda [birbirlerine] karşıt olan, efendiler ve işçiler sanayi kastlarını ortaya çıkaracaklardır. Ancak ürün bireyin veya ailelerin faaliyetleri ile sağlanabildiği zaman,… orada birlik için elverişli bir durum yoktur.” (28)

Proudhon küçük-ölçekli mülkiyet sahipliğinin taraftarıydı. O büyük endüstrilerdeki bireysel mülkiyete karşı çıkar, çünkü işçiler haklarını ve mülkiyeti kaybedeceklerdir. Mülkiyet güçlü bir demokrasinin kurulması için hayatidir ve büyük-ölçekte bunu başarmanın yegane yolu kooperatif birliklerdir.
“Devlet’i … karşılayacak kapasitede bir gücü nerede bulabiliriz? Mülkiyetten başka [böylesi bir güç] yoktur … Devlet’in mutlak hakkı, mülkiyet sahibinin mutlak hakkı ile çelişki içindedir. Mülkiyet, mevcut en devrimci kuvvettir.” (29)
“… demokrasi ilkelerinin yerleştiği ölçüde, emekçi sınıfların bu ilkeleri bireysel mülkiyet lehine yorumladıklarını göreceğiz.” (30)

“(Karşılıkçılık) … sermaye ve Devlet’in emeğe tabi olmasını sağlayacaktır” (31)

Büyük-ölçekli sanayideki yabancıllaşma ve sömürünün üstesinden işçilerin kooperatif birlikleri aracılığıyla gelinmelidir. Bu birlikler demokratik temellerde işletilmelidirler, aksi takdirde işçiler aynen kapitalist sanayilerde olduğu gibi kendilerini tabi olma konumunda bulacaklardır. Bir pragmatist olan Proudhon, tüm görevlerin [işe] uygun olmaya göre yapılması gerektiğini, ve ödemenin ise yetenek ve sorumluluk ölçüsünde derecelendirilmesi gerektiğini düşünür.
“Birlikteki her birey … şirkette [ortaklıkta] bölünmez bir hisseye, … uygunluğu ölçüsünde her göreve gelme hakkına sahiptir; … tüm görevler seçime, ve kendi hukuku içinde üyelerin onayına tabidir. Ödemeler ise görevin doğasına, yeteneklerin önemine ve sorumlulukların boyutuna orantılı olmalıdır.” (32)
Proudhon devlet kapitalizminin ve devlet sosyalizminin düşmanıydı. Hükümet en fazlasından yeni bir girişimin gelişimini başlatabilir veya ona yardım edebilir, ancak ona asla sahip olamaz ve kontrol edemez.
“Özgür bir toplumda, hükümetin rolü kanunları hazırlamak, kurumsallaştırmak, oluşturmak, başlatmak, tesis etmek[tir]; mümkün olduğunca az idareci konumunda olması gerekir … Devlet bir müteşebbis [girişimci] değildir … Bir kez bir başlangıç yapılıp, makina oluşturulduktan sonra, görevlerin icra edilmesini yerel otoritelere ve yurttaşlara bırakarak devlet geriye çekilir.” (33)
“[Para basımı] … kentlere bırakılan bir sanayidir. İmal edilmesini denetlemesi gereken bir müfettiş olması gerektiğini kabul ediyorum, ancak devletin rolü bundan daha öteye gitmemelidir.” (34)

Aşağıdaki alıntı Proudhon’un ekonomik ve siyasi fikirlerinin iyi bir özetini sunmakta:
“Benim, son 25 yıl içinde gelişmiş olan ekonomik düşüncelerimin tümü, siyasi görüşlerimin tümü, bugüne ve geleceğe ilişkin umutlarımın tümü [sırasıyla] üç kelimeyle tanımlanabilir; tarımsal-endüstriyel federasyon, siyasi federasyon veya merkezsizleşme, ve ilerici federasyon.” (35)

YURTSEVER PROUDHON

Soyut bir enternasyonalizmi (işçilerin vatanı yoktur) benimseyen anarşist ve sosyalistlerin aksine Proudhon bir yurtseverdi. İnsanlar ortak bir coğrafyayı, tarihi, kültürü ve dili paylaşırlar. Normal olarak, yaşamlarının bu yönlerine ve bunların korunmasına yönelik olumlu duygular taşırlar. Bu, soyut enternasyonalistlerin anlamadığı bir şeydir.

“Benim tek sadakatım, sevgim ve umudum Özgürlüğe ve ülkemedir. Özgürlüğe, … Gal’in [Gal, Fransa’nın eski adıdır] bu kutsal toprağına düşman olan herşeye sistematik bir şekilde karşı çıkarım.” (36)
Ancak Fransa milliyetçilerin inandığı gibi bir soyut varlık veya ulus devlet değildi. Fransa topraktır, insanlardır ve onların dili, tarihi ve kültürüdür. Proudhon milliyetçilikten nefret ederdi, ülkesinin pekçok farklı bölge ve kültürden meydana geldiğinin farkındaydı. Bu farklı grup ve yerelliklerin gelişip büyümesini ancak siyasi merkezsizleşme ve federal bir birlik izin verecektir. Daha sonraki anarko-sendikalist işçi kuşakları özgürlük ve patrie’i [yurtseverliği] biraraya getiren bu duyguları paylaşacaktı. Sendikalistlere göre patrie parazitler ve hainler olarak gördükleri yönetici seçkinler tarafından değil, emekçi insanlar tarafından temsil edilmekteydi.

ANARŞİZM NEDEN DEĞİŞTİ?

Proudhon “anarşi” hakkında yazmış olsa da, o bir anarşist harekete önderlik etmedi. Liberterler kendilerini sosyalist ve hatta sosyal demokrat olarak görüyorlardı. (Bireyci Benjamin Tucker kendisini “bilimsel sosyalist” olarak nitelendirecek kadar ileri gitmişti) “Sosyalist” kelimesi o zaman oldukça farklı bir anlama sahipti –o zamanlar anlamı kooperatif üretim demekti. Kolektivizm veya devletçilik anlamındaki sosyalizm, büyük ölçüde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin hegemonyası sonucunda ortaya çıkan, daha sonraki bir gelişmeydi. “Anarşist” ismi, Proudhon’un ölümünden 11 yıl sonraya değin, 1876’ya kadar benimsenmemişti. Şiddeti, entrikacılığı ve komünizmi benimseyen bu yeni otoriterlik karşıtlığı öncellerinden oldukça farklıydı. Proudhon’un anarşizminin değiştiği süreçlerin ayırt edilebilir aşamaları vardır. Bunlardan ilki, kolektivizm lehine karşılıkçılığın reddedilmesidir.

Proudhoncular, kolektivist olmayan Uluslararası Emekçiler Birliği’nin (Birinci Enternasyonal) [ing. International Working Men’s Association] kurulmasında yardımcı olmuşlardı. Ancak, 1868-9’da emekçi sınıfın militanlığındaki artış pekçok üyeyi radikalleştirdi. Enternasyonal’in 1868 Brüksel Kongresi sırasında, (topraktaki de dahil olmak üzere) kolektivizmi onaylayan bir önerge kabul edildi.Proudhoncular itiraz ettiler ve çoğu Enternasyonal’den ayrıldı. Kısa zaman içinde “anti-otoriterler”in en önemli lideri haline gelecek olan Bakunin, bu önerinin destekliyordu. Kolektivizm komünizm değildi, ancak bu yolda atılan bir adımdı –karşılıkçılık ile komünist ütopya arasındaki orta noktaydı. Proudhon, eğer yaşıyor olsaydı, kolektivizmi ve anarşist-komünizmi “birlik kültü [tarikatı]” olarak suçladığı şeye pekala bir geri dönüş olarak değerlendirebilirdi.

Karşılıkçılık ile kolektivizmin ortak pek az yönü vardır. Karşılıkçılık, tarımsal toprak ve küçük ölçekli üretim üstünde bireysel sahipliğin devam ettirilmesini amaçlar. Büyük ölçekli endüstri gönüllü örgütlenmelerden (işçi kooperatiflerinden) oluşur. Kolektivizm ise tüm mülkiyeti ve endüstriyi kolektifleştirmeyi amaçlar, ve devrimci kolektivistlere göre bu zorla yapılacaktır.

Proudhon’u daha sonraki anarşizm biçimlerinden ayıran ayrım çizgi Paris Komünü’ydü. 1871 öncesinde, yüzyılın başında oldukça vahşi olan sınıflar arası ilişkiler oldukça ılımlı bir hale gelmişti. Üst sınıflar içinde, emekçiler ve hatta “sosyalizm” taraftarı destek bulunabiliyordu. Britanya Başbakanı Disraeli işçilere olan sempatisini dile getirmişti, Lincoln Enternasyonal ile, ve dünyanın en büyük gazetesi olan New York Tribune’ın editör ve yazarları olan –Proudhon ve Charles Fourier’in takipçileri olan– Charles Dana ve Horace Greely ile mektuplaşıyordu. İktidarın silahla ele geçirilmesi ve rehinelerin Parisli işçiler tarafından idam edilmesi bu duygunun altını kazdı.

Paris Komünü öncesindeki on yıl boyunca Proudhonculuk Fransız işçi sınıfı radikalizmi arasında hakim biçimken, Komün’ün başarısızlığı Proudhon’un aşamacılığına ve barışçıl değişimciliğine olan inancı zayıflattı. Komün’ün kötü sonuçları bu azalmanın en önemli nedeniydi. Misillemeler –30.000 kişi idam edildi ve bir o kadarı da hapse atıldı veya New Kaledonya’ya sürgün edildi– tahmin edileceği üzere, “burjuvaziyle herhangi bir işbirliğine karşı büyük bir inançsızlığa, … aşırı devrimciliğin ve hatta intikamcı duyguların ifade edilmesine prim verilmesine; … [bu] … retoriğin [söylemin] sosyalist militanlığın ayrılmaz bir aracı haline gelmesine” (37) yol açtı.

Komün başarısız olsa da, hem Bakunin hem de Marks tarafından izlenmesi gereken bir örnek olarak değerlendirildi; iktidarın silahla ele geçirilmesi ve devrimci bir komünal hükümet, işçi sınıfının kurtuluşunun yolu olarak görüldü. Bakuninciler Lyon ve Barselona’da yeni “Paris Komünleri”ni [gerçekleştirmeye] giriştiler, her ikisi de feci bir şekilde başarısız oldu. Yine de devrimci Komün düşüncesi yaşamaya devam etti.

Komün’ün başarısız olması, hatalı bir şekilde olaydan sorumlu tutulan Enternasyonal için bir felaket oldu. Örgütü kurtarmak ve (Marks’ın Enternasyonal’i ele geçirmek için arkasından dolap çevirdiği) Bakunin’in artan etkisini bastırmak için, Marksist hizip Londra merkezli Genel Konsey’e daha çok kuvvet kazandırılmasını düşündü. Pekçok kişi bu operasyona karşı çıktı, ancak Konseye olan düşmanlığın anarşizmle per se [kendi başına] pek az bir ilgisi vardı. Bu daha çok, Marks ve destekçileri tarafından iktidar-odağı olarak değerlendirilen ulusal federayonların özerkliğini devam ettirmek için yapılan bir mücadeleydi. Jura Federasyonu tarafından düzenlenen muhaliflerin “St. İmier Enternasyonal”i Bakunincileri, Proudhoncuları ve pekçok anarşist olmayan kimseyi kapsamaktaydı. Anarşist komünizmin ortaya çıkacağı grup, işte bu gruptu (St. İmieristler).

Paris, Lyon ve Barselona komünlerin başarısızlığı ve Enternasyonal’in Avrupa genelinde baskı altına alınması sonucunda, devrim beklentileri gerçekten de ümitsiz bir hale gelmişti. Bakunin ve destekçilerine göre, [devrim] düşüncesini canlı tutmak için tek umudu, “bilinçli bir seçkinler grubu”nun eylemleriydi. Böylece, “Avrupa’daki durumun umutsuzluğu aşırı eylemleri talep eder”ken (38), buradan “eylemli propaganda” ortaya çıktı. Dışardaki olaylar da keza etkili oldu. Narodniklerin Rusya’da düzenledikleri suikastler, yeni anarşistlerin şiddete karşı sempati beslemesinde önemli bir faktördü.

1874’de saat yapımı endüstrisinde [yaşanan] ekonomik krizin de etkisi oldu. Jura Federasyonu, James Guillaume gibi ılımlı kolektivist ve sendikalist eğilimlilerden meydana geliyordu. [Saat endüstrisinin] düşüşü, ayaklanmacılığı ve eylemli propagandayı destekleyen militan İtalyan Enternasyonalistlerinin etkisinin artması anlamına geliyordu. İsviçre hareketi en sonunda 1880’lerde dağıldı. Sonuçta hareketin vurgusu, anakıta Avrupa’sının en gelişmiş sektöründen (Fransa ve İsviçre’den) en geri alanlarına (İtalya ve Rusya’ya) kaydı. Bu değişikliklerin anarşist doktrinin gelişimini, özellikle de şiddet ve entrikacılık yönündeki gelişimini etkilemesi kaçınılmazdı.

Demokratik ülkeler, komün katliamına rağmen, esas olarak liberaldiler. Buralarda yurttaşlık ve hukuk kavramı vardı, ve böylece de göreceli olarak barışçıl bir toplumsal değişim olasılığı vardı. Geri ülkelerde ise düşük sınıflar sığır olarak görülüyordu, ve sivil özgürlükler çok azdı. Entrikacılık ve şiddet, bir ölçüde haklılık payıyla birlikte, gerekli olarak değerlendirildi. Sorun, bu gibi fikirlerin Fransa, Britanya ve ABD gibi ülkelere aktarılmasıyla ortaya çıktı.

Keza liderliğin kendini eğitmiş olan zanaatkarlardan aristokratlara ve burjuvaziye kayması da gerçekleşti. Bu pekçok durumda, anarşizmin, somut ve pratik olmaktan soyut ve ütopyacı olmaya kaymasına neden oldu. Bu, işçi sınıfı yaşamının gerçekliklerinden fazlasıyla uzak olan, dünyaya soyutlamalar ve kendinden tahvilli ideolojiler aracılığıyla bakan yüksek sınıf radikallerin tabiatıydı. Bu, aynı zamanda da şiddeti yücelten ve romantikleştiren gruptu.

Şiddet kültüyle birlikte ekonomide de değişimler meydana geldi. Kolektivizmin yerini komünizm aldı. Bu yeni gelişmeye karşı çıkan James Gullaume şöyle diyordu: “emeğin ürünlerinin paylaşımı ile ilgili … yöntemleri belirlemek topluluğa kalmıştır” (39), [ve bu] karşılıkçılığın, kolektivizmin veya komünizmin katı çizgisine terk edilemez. 1876’e gelindiğinde, İtalyan anarşistleri refahın birikimini ve böylece de eşitsizliğin ortaya çıkmasını engelleyecek tek yol olduğuna inandıkları komünizm lehine kolektivizmi terk ediyorlardı. Cafiero’ya göre, “Bir kimse komünist olmadan … anarşist olamaz … En azından kısıtlama fikrinden dolayı halihazırda … otoriterlik mikrobunu içinde barındırır”. (40) 1883 Anarşist Bildirgesi şöyle diyordu, “Biz her insanoğlunun kendisini mutlu kılan herşeyi yapma hakkını ve [bunu sağlayacak] araçları talep ediyoruz”. (41)

Böylece anarşizm, –Proudhon’un realistik anlayışının bir hayli uzağında kalan– saf bir ütopyacılıkla mutlaklaştırıldı. Ölümün ardından 15 yıl bile geçmeden, pratik karşılıkçılığın yerine komünizm, şiddet karşıtlığının yerini şiddet kültü, mutlakçı düşüncenin dehşetinin yerini yeni bir mutlakçılık ve ılımlılığın yerini ise hoşgörüsüz bir retorik [söylem] almıştı.

Komün’ün vahşice bastırılması veriliyken, yoksa Proudhon en nihayetinde naif miydi? Kuramının yerine Bakuninizmin ve anarşist-komünizmin geçmesi haklıydı mı? Komünün kötü sonuçlarının ardından Bakunin’in takipçilerinin şiddete başvurmasını kimse suçlayamaz. Böylesi vahşi bir baskının Proudhon’un etkilerini felç etmesi ve zayıflatması anlaşılablir bir şey. Ancak, bunun anlaşılabilir olması başka bir şey, tarihin uzun dönemli değerlendirilmesi ise başka bir şey. Gelişmiş demokratik toplumlardaki toplum daha vahşi bir hale gelmemiştir. Komün’ün bastırılması tarihte (demokrasilerde) çok gerilerde kalmıştır, bu tipteki ilk ve son olaydır. Ardından gelen yüzyıl boyunca daha fazla özgürlük kazanılmıştır, ve insanlar gelirlerin otuz kat arttığını, haftalık çalışma süresinin yarıya indiğini ve yaşam süresi beklentisinin ikiye katlandığını görmüşlerdir. (Her ne kadar son zamanlarda eğilim tersi yönde gözükse de) Devrimci anarşist-komünistler (ve Keza Maksistler) açısından büyük bir mesele vardı – devrim olmamıştı.

Marks Proudhon’a “küçük burjuva anarşisti” diyerek saldırıyordu, ancak aslında Fransa 1940’lara kadar aslen küçük burjuva bir ülke olarak kalmaya devam edecekti. Herhangi bir hareketin başarısı bu grubun [harekete] dahil edilmesini gerektiriyordu. Küçük burjuvaziyi göz ardı etmek veya suçlamak, onları monarşistlerin veya faşistlerin ellerine bırakmak demekti. Proudhon’un anarşizmi, sanayi işçileri kadar, köylüleri, zanaatkarları ve ustaları da cezbetmişti. Ve işçilerin ücretleri arttıkça, onlar da mülk satın almaya başladılar. Bunu bir kere başlattıktan sonra, zorluklarla elde ettikleri kazançları Sosyalist Devletin yapışkan ellerine terk etmeye en isteksiz olanlar da onlardı. Köylü Proudhon gerçeği, tüm soyut düşünce ve hayalleriyle burjuva Marksistlerinden çok daha iyi kavrıyordu.

Bakunincilerin ve anarko-komünstler bunu önceden göremediler, ne de onlardan bu beklenebilirdi. Böylece, 120 yıl sonra, geçmişin hataların anlaşılmasının sayesinde, toplumun bugün şiddet ve komünizm doktrinlerinden ziyade Proudhonculuğa uygun bir yönde evrilmiş olduğunu görebiliyoruz (42). Keza, Proudhonculuğun bu zaman zarfında ve bugün hala var olduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Karşılıkçılar ve federalist hareketler gelişmiş ve Fransız toplumu üstünde etkili olmuştur (43).

Feci “eylemli propaganda” döneminin ardından, anarşizmin tekrar kendi ayakları üstünde durması için yirmi yıldan daha fazla bir süre geçmişti (bazıları tam anlamıyla asla ayağa kalkamadığını söyleyebilir). Bu yeniden ayağa kalkma Proudhon’a ve Guillaume gibi ılımlı kolektivistlere yönelmeyi içermiştir. Daha ılımlı ve gerçekçi bir anarşizm –anarko-sendikalizm olarak bilinen– ortaya çıkmıştır. Sendikalizmle beraber anarşizm ilk defa ve şimdiye kadar son defa popüler bir hareket haline gelmiştir. Bu anlayış tüm dünyaya yayıldı, 1920’nin ortasında milyonlarca işçi bu sendikaların üyesiydi. Sendikalizmin 1930’larda komünizm ve faşizm tarafından yok edilmesi, onun daha önceki başarılarının göz ardı edilmesine neden olmamalı. Otuz yıl boyunca, köylülerin ve işçilerin kitlesel liberter hareketi var oldu. Yirminci Yüzyıl’ın ağırlıklı olan totaliter yönelimi dikkate alındığında, bu hiç de küçümsenecek bir şey değildir.

DİPNOTLAR:

1. Tutarsızlık suçlaması, birisine saldırmakta kullanılan genel bir boş saldırı aracıdır. Burada ihmal edilen şey kişinin düşüncelerinin gelişmesidir. Kim gençliğine kıyasla, 50 yaşına geldiğinde şeyleri farklı görmez ki? Böylece, herkes “çelişkili” olmakla suçludur. Dahası, yaşamın kendisi karmaşık ve çelişkilerle dopdoludur. Eğer birisi bir ideoloji keşf etmek yerine gerçeği yansıtmayı arzulanıyorsa, o zaman bazen çelişkili gözükecektir. Tutarlılık estetik olarak cazip olabilir, ancak yaşam o kadar basit değildir.
2. Woodcock, George. P.J. Proudhon, s. 249
3. Seçme Yazılar, s. 105
4. a.y. 92
5. a.y. 103
6. Federal İlke, s. 21
7. a.y. 21
8. op cit 56
9. 19. Yüzyılda Genel Devrim Düşüncesi, Freedom, 1927, s. 76
10. a.y. 95
11. Ritter, Alan, P.J. Proudhon’un Siyasi Düşünceleri, s 280
12. Genel Düşünce, s. 173
13. George Woodcock, Anarşişt Okumalar, s. 139
14. Genel Düşünce, s. 174
15. Ritter 280
16. DeLubac, Henri, Markist Olmayan Sosyalistler, s. 31
17. Federal İlke, 45
18. a.y. 38
19. P.J. Proudhon, s. 71
20. Genel Düşünce, s. 206
21. a.y. 135
22. Federal İlke, s. 9
23. op cit 80
24 .a.y. 83
25. a.y. 85
26. a.y. 87
27. Seçme Eserler, s. 62
28. op cit 216
29. Mülkiyet Kuramı, Lubac’ın içinde s. 177
30. Genel Düşünce, s. 210
31. Seçme Eserler, s. 57
32. op cit 222
33. Federal İlke, s. 45
34. a.y. 46
35. a.y. Ibid 74
36. Seçme Eserler, s. 195
37. Stafford, David, Anarşizm’den Reformizm’e, s. 20
38. a.y. 39
39. Cahm, Caroline, Kropotkin ve Devrimci Anarşizmin Yükselişi, s. 39
40. a.y. 57
41. a.y. 63
42. Proudhonculuk Bakunincilikten daha başarılı olmakla beraber, yine de zafer kazanamadı. Bunun sebepleri bu makalenin konusu dışında, ancak bu 20nci Yüzyıl boyunca devletçiliğin hakim olmasıyla oldukça ilgili. Liberter halk hareketlerin hiç birisi bu gücün üstesinden gelemedi.
43. 20 milyondan fazla Fransız karşılıklı yardımlaşma topluluklarına üyedir –özellikle sağlık alanında. Karşılıklı kurumlar diğer pekçok ülkede de yaygındır.

Çeviri: Anarşist Bakış

Kaynak: “Proudhon and Anarchism: Poudhon’s Libertarian Thougt and the Anarchist Movement”.