Anarşizm Nedir? (14): Şubat Devrimi – Alexander Berkman

  Alexander Berkman, Anarşizm

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 14. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.

BÖLÜM 14: ŞUBAT DEVRİMİ

Rusya’da, Komünist Parti olarak bilinen Bolşevikler devleti kontrol ediyor. Ekim 1917 Devrimi onları iktidara getirdi.

Bu devrim, 1789-1793 Fransız Devrimi’nden bu yana dünyada gerçekleşen en önemli olaydı. Hatta ondan bile daha büyüktü çünkü toplumda çok daha derine indi. Fransız Devrimi, herkes için kardeşliği ve refahı da güvence altına alacağına inanarak, siyasi özgürlük ve eşitliği tesis etmeye çalıştı. Gelişme yolunda atılmış güçlü bir adımdı ve nihayetinde Avrupa’nın tüm siyasi çehresini değiştirdi. Fransa’da monarşiyi kaldırdı, cumhuriyeti kurdu ve feodalizme, kilisenin mutlak egemenliğine ve soylulara öldürücü bir darbe vurdu. Kıtadaki her ülkeyi gelişmeci çizgide etkiledi ve Avrupa çapında demokratik duyarlılığın gelişmesine yardımcı oldu.

Ama temelde hiçbir şeyi değiştirmedi. Siyasi hakları ve özgürlükleri güvence altına almak için yapılan siyasi bir devrimdi. Onları gerçekten de güvence altına aldı. Fransa günümüzde bir “demokrasi”dir ve hapishane binalarında bile “Özgürlük, Kardeşlik, Eşitlik!” sloganı yazmaktadır. Ancak en çok ihtiyaç duyulan şeyi; insanı sömürü ve baskıdan kurtarmayı başaramadı.

Fransız Devrimi, aristokrasi ve soyluların yerine orta sınıfları-burjuvaziyi iktidara getirdi. O zamana kadar sadece serf olan çiftçi ve işçilere bazı anayasal haklar verdi. Ancak burjuvazinin gücü olan endüstriyel hakimiyet, çiftçiyi acınası bir şekilde bağımlı hale getirirken şehir işçisini de bir ücretli köleye çevirdi.

Aksi olamazdı çünkü ekonomik olarak esaret altında kaldığınız sürece özgürlük sadece boş bir sestir. Daha önce de belirttiğim gibi özgürlük, belirli bir şeyi yapma hakkına sahip olduğunuz anlamına gelir; ama bunu yapmaya fırsatınız yoksa, bu hak sadece dalga geçmektir. Gerçek politik durumun ne olursa olsun, ekonomik durumunda yatıyor. Kendini ve ailesini açlıktan korumak için hayatı boyunca köle olmaya mecbur kalan birinin hiçbir siyasi hakkı en ufak anlamda bile bir işe yaramaz.

Fransız Devrimi, kralın ve soyluların despotizminden kurtuluşa doğru atılmış büyük bir adımdı fakat insanın gerçek özgürlüğü için hiçbir şey gerçekleştiremedi çünkü ona ekonomik anlamda fırsat ve bağımsızlık sağlayamadı.

Bu nedenle Rus Devrimi, önceki tüm ayaklanmalardan çok daha önemli bir olaydı. Sadece Çarı ve onun mutlak egemenliğini ortadan kaldırmakla kalmadı. Daha önemli bir şey de yaptı: Mülk sahibi sınıfların, toprak baronlarının ve sanayi krallarının ekonomik gücünü yok etti. Bu nedenle tarihin en büyük olayıdır, böyle bir şeyin ilk ve tek denemesidir.

Bu, Fransız Devrimi tarafından yapılamazdı çünkü o zamanlar insanlar hâlâ siyasi özgürleşmenin insanları özgürleştirmek ve eşitlemek için yeterli olduğuna inanıyorlardı. Tüm özgürlüğün temelinin ekonomik olduğunun farkında değillerdi. Ancak bu, hiçbir şekilde Fransız Devrimi’nin itibarını zedelemek anlamına gelmez; o zamanlar köklü bir ekonomik değişim için yeterince olgun değildi.

Yüz yirmi sekiz yıl sonra gelen Rus Devrimi daha da aydınlanmıştı. Sorunun köküne indi. Köylüler toprağa, işçiler ise fabrikalara sahip olmadıkça hiçbir siyasi özgürlüğün işe yaramayacağını biliyordu, ekonomik özgürlük toprak tekellerinin ve kapitalist sahiplerin insafına bırakılamazdı.

Elbette Rus Devrimi bu büyük işi bir gecede başaramadı. Devrimler, her şey gibi büyürler: Küçük başlarlar, güç biriktirirler ve genişlerler.

İçerideki halkın ve cephedeki ordunun hoşnutsuzluğu nedeniyle Rus Devrimi savaş sırasında başladı. Ülke savaşmaktan yorulmuştu; açlık ve sefalet tarafından yıpratılmıştı. Askerler yeterince katliam görmüştü; neden öldürmeleri veya öldürülmeleri gerektiğini sorgulamaya başlamışlardı ve askerler soru sormaya başladığında, hiçbir savaş daha fazla devam edemez.

Çarlığın despotizmi ve yolsuzluğu yangını daha da harladı. Mahkeme, rahip Rasputin’in İmparatoriçe’yi kullanması ve onun üzerindeki etkisini kullanarak Çar ile beraber devlet işlerini kontrol etmesi ile kamuya açık bir skandala dönüşmüştü. Entrikalar, rüşvet ve her türlü aşağılık olay yaygındı. Ordu parası üst düzey yetkililer tarafından çalındı ve askerler genellikle yeterli cephane ve malzeme olmadan savaşa girmek zorunda kaldılar. Çizmelerinin tabanı kağıttandı, çoğunun çizmesi bile yoktu. Bazı alaylar isyan etti; diğerleri savaşmayı reddetti. Askerler gittikçe daha sık bir şekilde “düşman” ile -farklı bir ülkede doğma talihsizliğine sahip olan ama kendileri gibi olan genç erkeklerle- dost oldular ve onlara da tıpkı Ruslara olduğu gibi, neden ateş etmeleri veya vurulmaları gerektiğini bilmeden savaşma emri verilmişti. Çok sayıda kişi silahlarını bıraktı ve eve döndü. Orada insanlara cephedeki korkunç koşulları, işe yaramaz katliamı, sefaleti ve felaketi anlattılar. Bu, toplumdaki hoşnutsuzluğun artmasına sebep oldu, insanlar Çar’a ve rejimine karşı diş bilemeye başlamıştı.

Gün geçtikçe bu duygu büyüdü; yiyecek ve erzak kıtlığı, artan vergiler ve ihtiyaçlar nedeniyle bu ateş gittikçe harlanmıştı.

Şubat 1917’de devrim patlak verdi. Bu gibi durumlarda her zaman olduğu gibi, bütün güçler kör bir şekilde boğuşuyordu.

Otokrat ve onun bakanları, aristokratlar ve danışmanlarının hepsi, bunun sadece bazı sokak düzensizlikleri, grevler ve ekmek isyanları meselesi olduğuna inanıyorlardı. Kendilerini ellerinde yularlarıyla güvende hayal ettiler. Ancak “düzensizlik” tüm ülkeye yayılmaya devam etti ve Çar, tahttan inmek zorunda kaldı. Çok geçmeden, bir zamanlar güçlü olan hükümdar tutuklandı ve daha önce binlerce kişiyi ölüme gönderdiği Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Daha sonra kendisi ve tüm ailesi kıyametle karşılaştı. Rus otokrasisi kaldırıldı. Avrupa’nın en güçlü hükümetine karşı yapılan Şubat Devrimi, neredeyse silah kullanmadan gerçekleştirildi.

“Nasıl bu kadar kolay yapılabilir?” Merak ediyorsun.

Romanov rejimi bir mutlakıyetti; Çar yönetimindeki Rusya, Avrupa’nın en köleleştirilmiş ülkesiydi. İnsanların fiilen hiçbir hakkı yoktu. Otokratın arzuları yüceydi, polisin emri en yüksek yasaydı. İnsanlar yoksulluk içinde yaşayıp büyük zulme uğruyordu. Özgürlüğe hasretlerdi.

Yüz yıldan fazla bir süredir Rusya’daki özgürlükçüler ve devrimciler, tiranlığın rejimini baltalamak, halkı aydınlatmak ve boyun eğmesinler diye isyana teşvik etmek için çalışmışlardı. Bu hareketin tarihi, erkek ve kadınların en iyilerinin adanmışlığı ve inançlarıyla doludur. Binlerce, hatta yüzbinlerce kişi Golgota (İsa’nın çarmıha gerildiği tepe) yolunda sıraya girdi, hapishaneleri doldurdu, Sibirya’nın donmuş doğasında işkence gördü ve ölümüne yürüdü. Yüz yıldan uzun bir süre önce, Decembrist’in anayasayı güvence altına alma girişimiyle başlayarak, nihilistlerin ve devrimcilerin kahramanca fedakarlıklarıyla özgürlük ateşleri yanmaya devam etti. O büyük öykünün insanlık tarihinde eşi benzeri yoktur.

Görünürde bu özgürlüğün tamamen iflası, özgürlük mücadelesi verenlerin halka ulaşmasını, toplumu aydınlatmasını neredeyse imkânsız kıldığı için kaybedilen bir mücadeleydi. Çarlık, çok sayıda polis ve gizli servisinin yanı sıra halkı Çar’a sefil bir kölelik ve “yasa ve düzene” sorgusuz itaat etme konusunda eğiten resmi kilise, basın ve okul tarafından iyi korunuyordu. Özgürlükçü bir duyguyu dile getirmeye cüret eden herkese ağır cezalar verildi; en sert yasalar, köylülere okuma yazma öğretme girişimlerini bile cezalandırdı. Hükümet, soylular, din adamları ve burjuvazi, her zamanki gibi, insanları aydınlatmak için en küçük bir çabayı bile ortadan kaldırmak ve ezmek için bir araya geldi. Rusya’daki özgürlükçü unsurlar, fikirlerini yaymanın bütün yollarından yoksun bırakıldı ve barbar zorbalığa karşı şiddet kullanma, devletin egemenliğini küçük bir ölçüde hafifletmek için şiddetli eylemlere başvurma zorunluluğuna sürüklendi. Despotizm aynı zamanda ülkelerinin ve dünyanın dayanılmaz koşullara dikkatini çektirmeye zorladı. Rusya’da şiddet eylemlerine yol açan ve insan hayatının kutsal olduğuna inanan idealistleri tiranların cellatları haline getiren, bu trajik zorunluluktu. Doğanın asilleri onlardı, insanların korku boyunduruğunu kaldırmak için canlarını gönüllü olarak hatta hevesle feda eden erkekler ve kadınlardı. Rusya’nın en karanlığında baskı ve özgürlük arasındaki asırlık savaşın gökkubbesindeki parlak yıldızlar gibi Sophie Perovskaya, Kibaltchitch, Grinevitsky, Sasonov bilinen ve bilinmeyen sayısız ismin arasından öne çıkıyor.

Son derece düzensiz bir mücadeleydi, görünüşe göre umutsuz bir mücadeleydi. Devrimciler; geniş orduları, çok sayıda polisi, özel siyasi casus büroları, kötü şöhretli Üçüncü Dairesi, polisin ve polisin yardımcısı konumundaki ev çalışanlarının gizli yardımı sistemiyle Okhrana’dan (Çarlık gizli polisi) oluşan Çarlığın sınırsız gücüne karşı bir avuçtu.

Kaybedilen bir kavgaydı. Yine de Rus gençliğinin, özellikle de öğrenci unsurunun görkemli idealizmi, bastırılamaz hevesleri ve özgürlüğe bağlılıkları boşuna değildi. İnsanlar, nihayetinde ışığın karanlığa karşı mücadelesinde her zaman olduğu gibi, galip çıktı. Tüm zulmün ve baskının karşısında dünya için ne iyi bir ders, ruhu zayıf olanlara ne güzel bir teşvik, insanlığın daha da hiç durmayacak gelişmesi için ne büyük ümit!

1905’te Rusya’nın ilk devrimi patlak verdi. Otokrasi hâlâ güçlüydü ve insanların ayaklanması -Çar’ı belirli anayasal haklar tanımaya zorlayarak da olsa- ezildi. Ancak devlet bu küçük tavizlerin bile intikamını korkuyla aldı. Yüzlerce devrimci bu bedeli canlarıyla ödedi, binlercesi hapsedildi ve başka binlercesi Sibirya’ya sürgün edildi.

Despotizm yine ferah bir nefes aldı ve halka karşı kendini güvende hissetti. Ama uzun sürmedi. Özgürlük açlığı belki bir süreliğine bastırabilir ancak asla yok edilemez. İnsanın doğal içgüdüsü özgürlük içindir ve yeryüzündeki hiçbir güç onu uzun süre bastırmayı başaramaz.

On iki yıl sonra -bir halkın hayatında çok kısa bir süre- bir başka devrim, Şubat 1917’de gerçekleşti. 1905 ruhunun ölmediğini, bunun için ödenen bedelin boşuna olmadığını kanıtladı. Yitirilenlerin kanının özgürlük ağacını büyüttüğünü gösterdi. Devrimcilerin emeği ve fedakarlığı meyvesini verdi. Rusya, sonraki olayların da kanıtladığı gibi, geçmiş deneyimlerinden çok şey öğrenmişti.

İnsanlar öğrenmişti. 1905’te despotizmin yalnızca bir miktar hafifletilmesini, bazı küçük siyasi özgürlükleri talep etmişlerdi; şimdi zalim yasanın tamamen ortadan kaldırılmasını talep ediyorlardı.

Şubat Devrimi, Çarlık’ın ölüm çanını çaldı. Tarihin en az kanlı devrimiydi. Daha önce de açıkladığım gibi, en güçlü devletin gücü bile, insanlar onun otoritesini kabul etmeyi, ona boyun eğmeyi ve desteklemeyi reddettikleri anda buharlaşıyor. Romanov rejimi neredeyse hiç savaşmadan fethedildi. Doğal olarak böyle oldu çünkü bütün halk onun yönetiminden bıkmıştı; bunun zararlı, gereksiz olduğuna ve ülkenin onsuz daha iyi olacağına karar vermişti. Devrimci unsurların (anarşistler dahil çeşitli gruplar) yürüttüğü bitmek bilmeyen ajitasyon ve eğitim çalışması, Çarlığın ortadan kaldırılması gerektiğini anlamayı topluma öğretmişti. Bu duygu o kadar yaygınlaştı ki -her ülkede olduğu gibi Rusya’daki en karanlık grup olan- ordu bile mevcut koşullara olan inancını kaybetti. İnsanlar despotizmi aşmış, zihinlerinde ve ruhlarında kendilerini ondan kurtarmış, böylelikle kendilerini fiilen ve fiziksel olarak özgürleştirme gücü ve imkânı elde etmişlerdir.

Bu nedenle, mutlak güce sahip otokrat Rusya kendine artık destek bulamadı. Hayır, onu koruyacak tek bir alay bile yoktu. Avrupa’nın en güçlü devleti, iskambil kağıtlarından yapılan bir kule gibi çöktü.

Geçici Yönetim Çar’ın yerini aldı. Rusya özgürdü.

Çev. Burak Aktaş