Devletsiz Sosyalizm – 187? – Mihail Bakunin

  Anarşizm, Mihail Bakunin

“The Political Economy of Bakunin”, G.P. Maximoff, 1953, The Free Press, NY.

Fransız Devriminin İlan Ettiği Büyük İlkelerin Etkisi: Devrimin kitlelere Akidelerini (gizemci değil akılcı, semavi değil dünyevi, ilahi değil beşeri olan Akidelerini, İnsanın Hakları Akidelerini) ilettiği andan itibaren; herkesin eşit olduğunu, hürriyet ile eşitliğin herkesin hakkı olduğunu ilan ettiği andan itibaren, bütün Avrupa ülkelerindeki, bütün medeni dünyadaki kitleler, afyonuyla kendilerini uyuşturan Hıristiyanlığın getirdiği esaretten yavaş yavaş uyanarak eşitlik, özgürlük ve insanlık haklarının olup olmadığını kendi kendilerine sormaya başladılar.

Bu soru ortaya atılır atılmaz, takdire şayan güçlü sezgilerinin yanı sıra içgüdülerinin de rehberliği altındaki insanlar, gerçek kurtuluşlarının ve insanlaşmalarının ilk şartının iktisadi durumlarında köklü bir değişiklik olduğunu anladılar. Günlük geçimlerini kazanmak, haklı olarak onların öncelikli sorunudur, çünkü Aristo’nun belirttiği gibi insanın düşünmesi, kendini özgür hissetmesi, insan olabilmesi için günlük yaşamın maddi dertlerinden kurtulmuş olması gerekir. İnsanların maddeciliği karşısında feryat figan eden ve insanlara idealizmin [ülkücülük] kaçınmacılığını [nefsine hâkim olma] vaaz eden burjuvalar da bunu gayet iyi biliyorlar, çünkü bunu lafta tavsiye ederken davranışlarıyla örnek olmak gibi bir çabaları yok.

İnsanların önüne gelen ikinci soru, yani işten sonraki boş vakit sorunu ise insan olmanın vazgeçilmez bir şartıdır. Ancak, ekmek ve boş vakit mevcut toplumun kökten dönüştürülmesi dışında başka bir yolla elde edilemez ve bu da Devrimin (kendi ilkelerinin kaçınılmaz sonuçlarının zorlamasıyla) neden Sosyalizmi doğurduğunu açıklar.

Sosyalizm Adalettir: Sosyalizm adalettir. Adaletten bahsettiğimizde, büyük ölçüde zor kullanılarak elde edilen, zamanla ve (Hıristiyan olsun, pagan olsun) kilisenin ya da benzeri bir kurumun kutsamasıyla takdis edilmiş bir şiddete dayanan ve bu hâliyle (mantıksal muhakeme yoluyla bütün kanunların türetildiği) mutlak ilkeler olarak kabul edilen Yasalarda ya da Roma hukuk öğretisinde bahsedilen adaleti anlamıyoruz; hayır, sadece insanın vicdanına dayanan adaletten, her insanın bilincinde (hatta çocuklarda bile) bulunan ve tek bir kelimeyle ifade edilmesi mümkün olan adaletten bahsediyoruz: Hakkaniyet.

Zor kullanılarak yapılan fetihler ve dini etkiler yüzünden siyaset, hukuk ve iktisat dünyasında bugüne kadar hâkimiyet kuramayan bu evrensel adalet yeni dünyanın temeli olmalıdır. Adalet olmadan ne hürriyet, ne cumhuriyet, ne refah ne de barış olabilir. Öyleyse adalet, barışın tesis edilmesi amacıyla etkin bir şekilde çalışabilmemiz için kararlarımızı yönlendirmelidir. Bu adalet bizi, fazlasıyla kötü muamele gören insanların çıkarlarını savunmayı, bu insanların siyasi özgürlükleriyle birlikte iktisadi ve toplumsal kurtuluşlarını da talep etmeyi bir görev olarak üstlenmeye çağırıyor.

Sosyalizmin Temel İlkesi: Baylar, burada şu ya da bu sosyalist sistemi önermiyoruz. Bizim talep ettiğimiz şey, Fransız Devrimi’nin büyük ilkesinin yeniden ilan edilmesidir: Her insan, insanlığını bütün yönleriyle geliştirecek maddi ve manevi olanaklara sahip olmalıdır; bizce bu ilke şu soruna çevrilebilir:

Toplumu, erkek olsun kadın olsun her bireyin, hayata atıldığında sahip olduğu çeşitli melekeleri geliştirmek ve işinde bunlardan faydalanmak için yaklaşık olarak eşit olanaklara sahip olmasını sağlayacak şekilde örgütlemek. Hiç kimsenin emeğinin sömürülmesine olanak tanımayacak böyle bir toplumun örgütlenmesi, her bireyin aslında yalnızca kolektif emek tarafından üretilen toplumsal refahtan, bu refahın yaratılmasına doğrudan doğruya katkıda bulunduğu ölçüde faydalanmasını sağlayacaktır.

Devlet Sosyalizmi Reddediliyor: Bu görevin gerçekleştirilmesi elbette yüzyıllar boyunca sürecek bir gelişmeyle olacaktır. Ancak, tarih halihazırda bu görevi önümüze koymuş bulunuyor; dolayısıyla, kendimizi tam bir acizliğe mahkûm etmeksizin bunu göz ardı edemeyiz. Bireylerin ya da örgütlerin tam hürriyetini kabul etmeyen ya da ne şekilde olursa olsun sistemli bir gücün oluşturulmasını gerektirecek tüm toplumsal örgütlenme girişimlerini şiddetle reddettiğimizi hemen ekleyelim. İktisadi ya da siyasi olsun yegâne yaratıcı örgütlenme temeli ve ilkesi olarak kabul ettiğimiz özgürlük adına, Devlet Komünizmini ya da Devlet Sosyalizmini uzaktan yakından andıran her şeye karşı çıkmalıyız.

Miras Hukukunun Lağvedilmesi: Devletin yapabileceği ve yapması gereken yegâne şey, mümkün olduğunca kısa zamanda bütünüyle lağvedilmek üzere miras hukukunda azar azar değişiklikler yapmaktır. Tamamen Devletin yaratımı olan, otoriter ve ilahi Devletin varlığının koşullarından birisi olan bu kanun, Devletteki özgürlük sayesinde lağvedilebilir ve edilmelidir. Başka bir deyişle, Devlet kendini feshederek adalet ilkelerine göre özgürce örgütlenmiş bir topluma dönüşmelidir. Bizce miras hakkı lağvedilmelidir, çünkü var olduğu müddetçe bireylerin doğal eşitsizliğinden değil de sınıflar arasındaki yapay eşitsizlikten kaynaklanan ve miras yoluyla aktarılan iktisadi eşitsizlik devam edecektir. Sınıflar arasındaki yapay eşitsizlik, zihinlerin gelişimi ve şekillenmesi sırasında miras yoluyla aktarılan eşitsizliklere yol açacak; tüm siyasi ve toplumsal eşitsizliklerin kaynağı ve takdis edicisi olmayı sürdürecektir. Adaletin görevi herkes için eşitliği sağlamaktır; her insanın dünyaya gelirken sahip olacağı bu eşitlik, toplumun iktisadi ve siyasi örgütlenmesine bağlı olması ölçüsünde, kendi doğasının rehberliğinde hareket eden her insanın kendi çabasının ürünü olacaktır. Bizce vefat edenlerin mülkleri, (doğumlarından reşit oluncaya kadar bakımları dahil olmak üzere) her iki cinsiyetten çocukların yetiştirilmesine ve eğitimine tahsis edilecek toplumsal bir fona devredilmelidir. Slavlar ve Ruslar olarak, halklarımızın genel ve geleneksel bir içgüdüsüne dayanarak aramızdaki temel toplumsal fikrin şu olduğunu eklemeliyiz: Tüm halkın mülkü yalnızca onu elleriyle yaratanlara ait olmalıdır.

Baylar, biz bu ilkenin adil olduğuna, bunun bütün ciddi toplumsal reformların asli ve kaçınılmaz koşulu olduğuna kanaat getirdik; çoğu köylünün ektiği toprağın sahibi olduğu Fransa (ancak Fransa’da günümüzde hâkim olan siyasi ve iktisadi sistemin kaçınılmaz bir sonucu olarak toprakların küçük küçük parçalara bölünmesiyle birlikte kısa bir süre sonra köylülerin çoğunun elinde neredeyse hiçbir şey kalmayacaktır) gibi ülkelerde bu ilkenin gerçekleştirilmesinde karşılaşılacak güçlüklere rağmen Batı Avrupa bu ilkeyi kavramaktan ve kabullenmekten geri kalmayacaktır. Ancak, toprak meselesiyle ilgili herhangi bir öneri sunmaktan kaçınmalıyız… Şu an için aşağıdaki bildirgeyi önermekle yetiniyoruz:

Sosyalizm Bildirgesi: “Nüfusun çoğunluğu en temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı müddetçe; gerek eğitimden yoksun bırakıldığı için gerekse (yasa önünde değilse bile) yoksulluğun yanı sıra dinlenmeksizin ve boş vakti olmaksızın çalışması gerektiği için siyasi-toplumsal önemsizliğe ve köleliğe mahkûm olduğu müddetçe; dünyanın gurur duyduğu tüm refahı üretirken bunun karşılığında ertesi günkü nafakasını karşılamaya ancak yetecek kadar küçük bir pay aldığı koşullarda; hürriyetin, adaletin ve barışın gerçekleştirilmesinin imkânsız olduğuna inanan;

Yüzyıllardır kötü muameleye maruz kalan kitleler için ekmek sorununun bir zihinsel kurtuluş, özgürlük ve insanlık sorunu olduğuna inanan;

Sosyalizm olmadan özgürlüğün bir ayrıcalık ve adaletsizlik, özgürlük olmadan da Sosyalizmin kölelik ve zalimlik olduğuna inanan;

(Barış ve Özgürlük) Birliği, halkın emeğini sermayenin ve mülk sahiplerinin boyunduruğundan kurtarmayı amaçlayan köklü bir toplumsal ve iktisadi yeniden inşanın; katı bir adalet (yani ne hukuki ne de metafiziksel adalet değil, basitçe insani adalet), pozitif bilim ve en geniş özgürlük üzerine temellenen bir yeniden inşanın gerekli olduğunu yüksek sesle ilan eder.”

Siyasi İktidarın Yerine Üretici Güçlerin Örgütlenmesi: Siyasi iktidar olarak isimlendirilen her şeyin, gerek ilkesel olarak gerekse gerçekte tamamen lağvedilmesi gereklidir; çünkü siyasi iktidar var olduğu müddetçe yöneten ve yönetilen, efendi ve köle, sömürücü ve sömürülen de olacaktır. Siyasi iktidar lağvedildiğinde bunun yerini üretici güçlerin ve iktisadi hizmetin örgütlenmesi almalıdır.

Modern devletlerin muazzam gelişimine –nihai evresinde Devleti oldukça mantıklı bir şekilde bir saçmalığa indirgeyen bir gelişmeye– karşın, Devletin ve Devlet ilkesinin günlerinin artık sayılı olduğu giderek belirginleşiyor. Hem alnının teriyle geçinen kitlelerin, hem de onların (hükümet müdahalesinden bağımsız olarak insanların iktisadi birlikleri aracılığıyla kurulan ve bütün eski Devlet sınırlarıyla ulusal ayrımları bir kenara iten) özgür toplumsal örgütlenmelerinin kurtuluşunun giderek yaklaştığını; bu örgütlenmenin temelinde yalnızca üretken emek –insanileşmiş emek– olduğunu ve çeşitliliğine rağmen tek ortak çıkarının olduğunu daha şimdiden görebiliyoruz.

İnsanların Ülküsü: Bu ülkü elbette insanlara her şeyden önce ihtiyacın sona ermesi, yoksulluğun sona ermesi ve tüm maddi gereksinimlerin herkes için hem eşit hem de zorunlu olan kolektif emek aracılığıyla tümüyle karşılanması; ardından da tahakkümün sona erip insanların yaşamlarını kendi ihtiyaçlarına göre özgürce örgütlemeleri olarak gözükür. Bu örgütlenme, Devlette gördüğümüz gibi yukarıdan aşağıya doğru değil, tüm hükümet ve parlamentoların dışında aşağıdan yukarıya doğru olacak şekilde insanların kendileri tarafından kurulan bir örgütlenmedir (tarım ve fabrika işçileri derneklerinin, komünlerin, bölgelerin, ulusların özgür bir birliği olan; nihayetinde de gelecekte tüm Devletlerin yıkıntıları üzerinde zaferle yükselecek insanların evrensel kardeşliğini kucaklayacak bir örgütlenme).

Özgür Toplumun Programı: Bir Devlet biçimindeki cumhuriyet sistemi olan Mazzinici sistemin dışında bir komün olarak, bir federasyon olarak cumhuriyet, Sosyalist ve hakiki bir halk cumhuriyeti sisteminden, yani Anarşizm sisteminden başka bir sistem yoktur. Bu sistem, Devletin lağvedilmesini amaçlayan Toplumsal Devrim siyaseti ve (federasyon aracılığıyla aşağıdan yukarıya doğru) insanların tamamen özgür iktisadi örgütlenmesidir.

… Siyasi hükümetin var olması mümkün değildir, çünkü böyle bir hükümet ortak işlerin basitçe idare edilmesine dönüştürülecektir.

Programımız birkaç kelimeyle özetlenebilir:

Ezilenler için barış, kurtuluş ve mutluluk.

Ezenlerle ve çapulcularla mücadele.

Her şeyin işçilere iade edilmesi: Tüm sermaye, fabrikalar, çalışma araçları ve hammaddeler özgür birliklere, toprak onu elleriyle ekip biçenlere ait olmalı.

Yeryüzündeki tüm insanlar için hürriyet, adalet ve kardeşlik.

Herkese eşitlik.

Hiçbir ayrım yapmaksızın hem herkese bütün gelişme, eğitim ve yetişme imkânlarının, hem de çalışırken eşit şekilde yaşama olanağının sağlanması.

İşçi birliklerinin yanı sıra sınai, zirai, bilimsel ve edebi birliklerin aşağıdan yukarıya doğru özgür bir federasyonu aracılığıyla toplumun örgütlenmesi –ilk önce komün olarak, ardından komünlerin bölgeler olarak, bölgelerin uluslar olarak ve ulusların da uluslararası kardeşlik birliği olarak federe hâle geldiği bir federasyon.

Devrim Sırasında Doğru Taktikler: Siyasi devrimin taban tabana zıttı olan toplumsal bir devrimde bireylerin eylemleri hemen hemen hiçbir ağırlık taşımazken kitlelerin kendiliğinden eylemi her şey demektir. Bireylerin tek yapabilecekleri halkın içgüdüsüne karşılık gelen fikirleri anlaşılır bir dille anlatmak, yaymak ve geliştirmek; ayrıca, kitlelerin doğal gücünün devrimci şekilde örgütlenmesine aralıksız çabalarıyla katkıda bulunmaktır –bunun ötesine geçecek hiçbir şey yapılmamalıdır; gerisini halk yapılabilir ve yapmalıdır. Başka herhangi bir yöntem siyasi diktatörlüğe, Devletin ve onunla birlikte de baskıların, eşitsizlikler, imtiyazlarının yeniden ortaya çıkmasına (yani halk kitlelerinin siyasi, toplumsal ve iktisadi köleliğinin yeniden oluşmasına giden yolun dolambaçlı da olsa mantıksal bir şekilde yeni baştan kat edilmesine) yol açar.

Varlin ve arkadaşları, aynen tüm samimi Sosyalistler ve genel olarak halkın içinde doğup büyümüş tüm işçiler gibi, yalıtılmış hâldeki bireylerden gelen inisiyatiflere karşı, üstün bireylerin uyguladıkları tahakküme karşı son derece yerinde olan bu önyargıyı büyük ölçüde paylaşıyorlardı; ancak tutarlı olmanın dışına çıkarak aynı önyargıyı ve güvensizliği kendi insanlarına karşı da gösterdiler.

Kararnamelerle Gelen Devrim Başarısızlığa Mahkûmdur: Otoriter Komünistlerin, Toplumsal Devrimin ancak bir diktatörlük ya da Kurucu Meclis aracılığıyla karara bağlanabileceği ve düzenlenebileceği şeklindeki (baştan aşağı yanlış olduğunu düşündüğüm) fikirlerinin aksine, dostlarımız Parisli Toplumsal Sosyalistler, devrimin ancak grupların ve halk birliklerinin kendiliğinden, sürekli kitlesel eylemleriyle başlatılabileceği ve tam olarak geliştirilebileceği görüşünü benimsemişlerdi.

Parisli dostlarımız binlerce kez haklıydılar. Çünkü, bir bütün olarak halkın kolektif iradesini meydana getiren sonsuz sayıdaki ve çeşitlilikteki gerçek çıkarların, arzuların, isteklerin ve ihtiyaçların tamamını kucaklayabilecek kadar büyük (ne kadar üstün yeteneklerle donanmış olursa olsun) bir akıl; ya da birkaç yüz üstün yetenekli bireyden oluşan kolektif bir diktatörlükten bahsediyorsak, bu kadar büyük bir zekâ bileşimi olamaz; herkesi tatmin edecek bir toplumsal örgütlenmeyi tasarlayabilecek bir zekâ yoktur.

Eğer böyle bir örgütlenmeyi sağlamak mümkün olsaydı, bu ancak (Devlet tarafından az çok onaylanan) şiddetin talihsiz toplumu baskı altına alacağı bir Procrustes yatağı(01) olurdu. Ama zaten Toplumsal Devrim, kitlelere, gruplara, komünlere, derneklere, hatta bireylere tam bir hürriyet vererek ve şiddetin tarihsel nedenlerini –yani yıkılması, yargılama hakkının doğurduğu bütün haksızlıkların ve çeşitli kültlerden doğan bütün yalanların (ki bu hak ve kültler, Devletin temsil ettiği, güvence altına aldığı ve izin verdiği şiddetin ülküsel olduğu kadar gerçekte de müşfikçe kutsanmasından ibaret olagelmiştir) tahrip edilmesini gerektirecek Devletin varlığını– ebediyen tahrip ederek, cebre dayalı bu eski örgütlenme sistemini sona erdirmelidir.

Ancak Devletin varlığı sona erdiğinde insanlığın özgürlüğüne kavuşacağı; toplumun, tüm grupların, tüm yerel örgütlenmelerin ve keza bu örgütleri oluşturan bireylerin gerçek çıkarlarının ancak o zaman gerçekten tatmin edileceği açıktır.

Devletin Lağvedilmesini Takip Edecek Özgür Örgütlenme: Toplumun gerçek kurtuluşunun ilk ve vazgeçilmez koşulu, Devletin ve Kilisenin lağvedilmesidir. Toplum, yeniden örgütlenmesine ancak bundan sonra başlayabilir ve başlamalıdır; ancak bu, yukarıdan aşağıya doğru bir şekilde, birkaç bilge kişinin ya da âlimin çizdiği ideal bir plana göre ve bir çeşit diktatörlük iktidarı ya da genel oy kuralıyla seçilmiş Ulusal Meclis tarafından yayınlanmış kararnameler vasıtasıyla yapılmamalıdır. Daha önce de belirttiğim üzere böyle bir sistem kaçınılmaz olarak idari bir aristokrasinin, yani halk yığınlarıyla hiçbir ortak noktası bulunmayan kişilerden müteşekkil bir sınıfın oluşmasına yol açacaktır; bu sınıfın, ortak refah ya da Devletin selameti bahanesiyle kitleleri yeniden sömürmeye ve büyülemeye başlayacağı kesindir.

Özgürlükle Eşitlik El Ele Gitmelidir: İktisadi ve toplumsal eşitliğin gönülden taraftarıyım, çünkü bu eşitlik olmadığında özgürlüğün, adaletin, insan onurunun, ahlağın, ulusların refahı kadar bireylerin refahının da birer yalandan başka bir şey olmadığını biliyorum. Ancak, aynı zamanda (insanlığın ilk koşulu olan) özgürlüğün de gönülden bir taraftarı olarak dünyada eşitliğin, emeğin ve kolektif mülkiyetin kendiliğinden örgütlenmesiyle; üretici birliklerinin komünler olarak ve komünler federasyonu olarak özgürce örgütlenmesiyle (ama Devletin o yüce koruyucu eylemine asla başvurulmadan) kurulması gerektiğine inanıyorum.

Otoriter ve Liberter Devrim Arasındaki Fark: Bu fark, Sosyalistleri ya da devrimci kolektivistleri, otoriter Komünistlerden, yani Devletin mutlak inisiyatifini savunanlardan ayıran temel noktadır. Her ikisinin de amacı aynıdır: Her iki taraf da herkes için eşit olan iktisadi koşullarda, yani üretim aletlerinin kolektif mülkiyet altında olduğu koşullarda, tamamen kolektif emeğe dayanan yeni bir toplumsal düzenin yaratılmasını istiyor.

Ama Komünistler bunun, (burjuva radikalizminin desteğini de alan) işçi sınıfların, özellikle şehir proletaryasının siyasi gücünün gelişmesi ve örgütlenmesi yoluyla başarılacağını hayal ediyorlar. Tersine, bütün muğlak ittifaklara düşman olan devrimci Sosyalistler ise bu ortak amaca, (doğumları itibariyle yüksek sınıflara mensup olan, ancak kendi özgür iradeleriyle geçmişlerinden koparak açıkça proletaryanın saflarına katılan ve onun programını benimseyenler dahil olmak üzere) kentli ve köylü çalışan kitlelerin siyasi değil toplumsal (dolayısıyla anti-siyasi) örgütlenmesiyle ulaşılabileceğine inanıyorlar.

Komünistlerin ve Anarşistlerin Yöntemleri: Dolayısıyla ortada iki farklı yöntem var. Komünistler, Devletin siyasi kudretini ele geçirmek için işçilerin güçlerinin örgütlenmesi gerektiğine inanıyorlar. Devrimci Sosyalistler ise Devleti yıkmak ya da daha kibar bir ifadeyle tasfiye etmek için örgütleniyorlar. Komünistler otorite ilkesinin ve pratiğinin taraftarlığını yaparken, devrimci Sosyalistler yalnızca özgürlüğe bel bağlıyorlar. Her iki taraf da batıl itikadı yok edecek ve imanın yerini alacak bilimi aynı ölçüde savunuyor; ancak Komünistler bilimi insanlara zorla dayatmayı isterken, devrimci kolektivistler ise propaganda sonucu ikna olduklarında, insan toplumunun çeşitli gruplarının –asla önceden hazırlanan ve az sayıdaki “üstün” aklın cahil kitlelere zorla dayatacağı bir plana göre değil, insanların doğal eğilimlerine ve gerçek çıkarlarına uygun olacak şekilde– örgütlenip kendiliğinden federasyonlarda bir araya gelmesini sağlamak amacıyla bilimi ve bilgiyi insanlar arasında yaymaya çalışıyorlar.

Devrimci Sosyalistler, insanlığın yüzünü güldürmek amacıyla yapılmış ama başarısız olmuş çok sayıda örnek önlerinde dururken hâlâ aynı doğrultuda uğraşmaya niyetli insanlığın bütün bu bilgili doktorlarının ve kendinden menkul öğretmenlerinin bilge zihinleriyle karşılaştırıldığında, halk yığınlarının içgüdüsel özlemlerinde ve gerçek ihtiyaçlarında kat kat daha fazla pratik mantık ve zekâ olduğuna inanıyorlar. Devrimci Sosyalistler insanlığın uzunca bir süre, oldukça uzun bir süre yönetilmeye izin verdiğine ve bedbahtlıklarının kaynağının şu ya da bu hükümet biçimine değil, hükümet ilkesine ve nasıl bir mizacı olursa olsun bizzat hükümetin varlığına dayandığına inanıyorlar.

Alman okulu tarafından geliştirilen, Amerikalı ve İngiliz Sosyalistlerinin kısmen kabul ettikleri bilimsel Komünizm ile ayrıntılı olarak geliştirilen ve nihai sonuçlarına vardırılan, Latin ülkelerinin proletaryası tarafından kabul edilen Proudhonculuk arasındaki görüş ayrılığı buradan kaynaklanır ve bu ayrılık artık tarihe mal olmuştur. Devrimci Sosyalizm kendisini uygulamada ilk defa Paris Komünü ile parlak bir şekilde göstermiştir.

Alman taraftarı bir afişte şöyle yazıyor: Bedeli ne olursa olsun Devletin muhafaza edilmesi ve güçlendirilmesi. Bizim afişimizde, toplumsal-devrimci afişte ise tersine kan kırmızısı harflerle şunlar yazılıdır: Tüm Devletlerin yıkılması; burjuva uygarlığının imha edilmesi; özgür birlikler aracılığıyla aşağıdan yukarıya doğru özgürce ve kendiliğinden örgütlenme; alnının teriyle geçinenlerden oluşan, dizginlenemez ayaktakımının ve kurtuluşunu ilan etmiş bütün insanların örgütlenmesi; her yerde yeni bir beşeri dünyanın yaratılması.

Bu yeni örgütlenmeyi yaratmadan, daha doğrusu insanların bu örgütlenmeyi yaratmasına yardımcı olmadan önce zaferin kazanılması gereklidir. Olması gerekeni kurabilmek için olanı yıkmalı…

Dipnot:
1 Procrustean bed (Procrustes yatağı): Yunan mitolojisinde Damastes ya da Polymenon olarak da adlandırılan Procustes (geren) Atticalı bir hayduttur. Yoldan geçenleri Eleusis’in eteklerindeki kalesine davet eder ve onları demirden yatağına yatırır. Eğer misafiri uzunda yatağa sığacak şekilde boyunu kısaltır, kısaysa çekerek uzatır. Hiç kimsenin boyu yatağa tam gelmez, çünkü gizli bir mekanizmayla yatağın boyu ayarlanabilmektedir. Procrustes yatağı mecazi anlamda uyulması zorunlu olan rastgele standartlara gönderme yapar.

Çeviri: AnarşistBakış
Kaynak: “Stateless Socialism: Anarchism”.