Godwin’in Anarşist Gelenek İçindeki Yeri – 1995 – Kenneth C. Wenzer

Daha makul bir yaşam içerisinde, çoğu anarşist aynı anda hem geriye doğru bir saf barış çağına, hem de ileri doğru bir iradi kusursuzluk zamanına bakar. Bu çok belirgin olan ikna [çabası], yerkürenin dört bir yanında, ikibin yıl öncesine kadar giden ruhani atalar bulunmasına imkan tanıdı. İsa’dan, Sir Thomas More’a, Fenelon’a, Thomas Jefferson’a, Herbert Spencer ve Nietzche’ye kadar birbirinden tamamen farklı yazarları, felsefecileri, ve dini düşünürleri içine alabilen bir hareket, kelimenin geleneksel anlamında pek de bir hareket değildir: bu daha çok, özgür bir toplumda kendi kendini idare eden ahlaki bir yaşamı ortaya koyan her türden metin aracılığıyla [yürütülen] bir tanımlama çabasıdır.
Üç eski Yunan felsefe okulunun, yani Krenaikler, Kinikler ve Stoacıların öncüler olduğu iddia edilmiştir. Stoacılığın kurucusu olan Citiumlu Zeno (M.Ö. 336-264), hükümetten arınmış, fazilet ile erdeme yönelik iyi bir yaşamı savunuyordu. Çin’de, Lao Tzu (M.Ö. altıncı yüzyıl) Tao’yu, “varoluşun tüm çelişkilerinin ve ayrımlarının nihayetinde çözüldüğü bir temel, bölünmemiş bütünlük”ü savunuyordu. Tao’nun merkezinde olan mürit [disciple], özerk [self-governing, kendi kendini yöneten], diğerleriyle ve kendi özüyle [inner self] ilişkilerinde uyumlu bir kişiydi.

Beghardlar, Waldensler, Albigensler, Anabaptistler ve ilk Quakerler gibi dini gruplar anarşistlere esin kaynağı olmuştur. Bu mezhepler, şu veya bu ölçüde eşitliği, maddi mallarda komünalliği, ahlakın saflığını, insani otorinin reddedilmesini, ve İlahi Olan’a [Divine] inancın bireysel yorumlamasını benimsiyorlardı. Onbeşinci yüzyıldaki radikal Hussiteler –Tabriteler diye de bilinirler, özel mülkiyetten, insan yasalarından ve tüm dünyevi otoriteden özgür bir gelecek bin yılı tasavvur ediyorlardı: yalnızca Tanrı’nın ilahi emirlerine tabi olan bütün insanların kardeşliği.

Anarşistler, onyedinci yüzyıl İngiltere’sinde, Gerrard Winstanley önderliğindeki Diggerların –veya Gerçek Eşitlikçiler [True Levellers]– seküler ayaklanmasını bir gurur kaynağı olarak görürler. Mülkiyetin yozlaştırıcı olduğuna inanan Winstanley, kilisenin etkinliğine, siyasi erke ve ayrıcalıklara karşı çıkıyordu. Suç ve sefaleti doğuranın ekonomik eşitsizlik olduğuna inanıyordu. O, mantık yoluyla kavranan saf bir Tanrı öğretisine dayanan bir ilkel komünalizmin taraftarlığını yapıyordu. İnsanlar, “yeryüzünü ortak bir hazine yaparak birlikte çalışmalı ve birlikte karınlarını doyurmalıdır, … çünkü en fakir insanın da en zengin insan kadar gerçek yasal hakları ve toprak üzerinde adil bir hakkı vardır… Yüksek tabakadakilere tüm yeryüzüne sahip olma hürriyetini sağlayan ve yoksullara burada hiç yer bırakmayan {şey} hükümettir… {bu nedenle bu} hayali, bencil bir Deccal’e [Antichrist, sahte Mesih] {benzer}.”

Bilimsel sorgulamayı teşvik eden, doğal yasaları geleneğin ve dinin palamarlarından özgürleştiren Aydınlanma, anarşizm açısından adil hükümet ve aydın [enlightened, aydınlanmış] despotizm kavramları kadar kullanışlı olan ilerleme, bireysellik, ve hürriyet gibi fikirlerin doğmasına sebep olmuştur. “Çağ”, Francis Haber’e göre, “Batılı insanın dünyaya bakışının devrimcileştiği … evrensel olan şeylerin araştırıldığı bir çağdır.” Aydınlanmış felsefeciler, doğal bir masumiyet haline, insanın mükemmeleşebirliğine ve tabii ki rasyonel bir temelde inşa edilmiş bir topluma inanıyorlardı. Düşünürler, erdemi doğanın içerisine yerleştirmeyi amaçlamışlardı. Değişmez ve makul bir mantık artık yalnızca bu arayışın aracını değil, aynı zamanda bizzat ebedi faziletlerin alanını ve entelektüel insan topluluğunun canlı hareket ettirici kuvvetini oluşturuyordu. Evrensel olarak geçerli yasalarla, eşitliğe ve daha fazla bilgiye ulaşılabilirdi. İşte o zaman insanlar, ahlaki bilincin önceliğini ve kendi kendilerinin kurtarıcısı olduklarını fark edebilirdi.

Onsekizinci yüzyılın İngilteresi aykırı görüşlere sahip dini gruplarla doluydu: Metodistler, Moravyanlar, Muggletonyanlar ve Antimonyanlar. Vicdan ve inanç özgürlüğünü hedefleyen bu gruplar, içine kapalı, özyönetimli, merkezi otoritenin olmadığı toplumsal çevrelenmiş alanlara [enclave] çekildiler. Bu gibi gruplar “uyuyan radikalizm”i beslediler ve –E. P. Thompson’a göre– “anarşi”ye yaklaştılar. Popüler işçi sınıfı hareketleri, endüstriyel değişim, çitleme hareketi, toplumsal yerinden olmalar ve yoksulluk karşısında, aralarında birçok eski bakanın da olduğu entelektüeller içerisinde dile getirilen eşitlikçi düşünceleri ve radikal ajitasyonu benimsedi.

Sandemanyan mezhebi ruhban sınıfı üyelerinden olan William Godwin (1756-1836), militanca Kiliseye uymayı reddetme ve misyon duygusuyla yoğrulmuş bu türden bir kişiydi. Aykırı geleneklerle büyütülen [Godwin], Swift, Rousseau, Helvetius ve diğer yazarların çalışmalarını bir solukta okumuştu. Godwin’in düşünceleri, bugünün siyasi dilinde sola yönelen bir doğrultuda sürekli gelişti. Nihayetinde, esir edici din ve devletten kurtulmuş, doğruluğu inkar edilemez bir mantığa dayanan etiği savunarak, dini dogmaları reddetti. Protestanlığın insan ile Tanrı arasındaki engelleri yıkmak istemesi gibi Godwin de insanlar arasındaki engelleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştı. İnsan bireyselliğinin mükemmelleştirilebilirliği, Tanrı’nın krallığının yerini almıştı. Godwin, “hemcinslerimin iyiliği ve hizmetinde olmayan hiçbir şeyi yaşanmaya değer bulmuyorum” diye yazıyordu. Bir süre Grub Caddesi’nde [Grub Street, Londra’da eskiden fakir yazarların oturduğu bir semt] oturduktan sonra, özgürlüğü savunan bilinen bir yazar ve politik broşürlerin düzenli katkıcısı haline geldi. 1790’ların başlarında birçok kişi tarafından bir radikal olarak kabul edilmekteydi.

Zaten aykırı ve liberal geleneklerle donanmış İngiltere’deki pek çok insana göre, Fransız Devrimi yeni bir çağın görkemli görüşlerini –sadece birçok entelektüel arasında değil, aynı zamanda işçi sınıfı arasında da– uyandırmıştı. Toplumun ve hükümetin reforme edilmesi eli kulağında gözüküyordu. Yaratılmakta olan bu yeni dünyaya katılmak için birçok erkek ve kadın Paris’e koşuşturuyordu. Birlikler ve topluluklar adayı [Parisi] dolduruyordu. İkona kırıcı Thomas Paine’in kaleminden çıkan ve Godwin tarafından desteklenen The Rights of Man [İnsanın Hakları], yüksek sesle ütopya isteyen bazı üst- ve orta-sınıf hayalperestleri etkisine almıştı. 1790’larda, yoksulluk, artan fiyatlar, mahsülün zayi olması ve kıtlık çeken alt sınıf kesimleri mükemmel bir gelecek için değil, alışıldık tarzları yıkan acımasız bırakınız yapsınlar ekonomisine karşı çıkmak için isyan ediyorlardı. Halk liderleri, entelektüellerle birlikte saf tutarak, çok büyük açık hava protestoları düzenlediler. Değerler değişiyor, işçi sınıfının kimlik duygusu gelişmeye başlıyordu.

Bastille’nin düştüğüne dair ilk haberleri memnuniyetle karşılayan yönetici unsurlar Fransız Devrimi’nin aşırılıkları karşısında paniğe kapılmışlardı. Saflarını sıklaştırarak, tüm yenilikleri reddetmeye ve hatta yozlaşmış anomalileri bile savunmaya başladılar. Krala karşı yapılan saldırı onları daha da öfkelendirdi. Whig [18. yy’da İngiltere’deki liberal parti] saflarındaki bölünme, büyüyen Fransız Jakoben terörü, devrimci “hastalığın” Avrupa’nın diğer kesimlerine de yayılması, ve son olarak da Fransa’nın savaş ilanının cesaretlendirmesiyle, Pitt hükümeti İngiltere’deki hürriyetlerini kısıtladı. Bu arada, Burke’nin keskin Reflections on the Revolution in France [Fransa Devriminin Yansımaları] hem radikal hem de muhafazakar kampları kutuplaştırdı. Üç renkli bayrak [Fransa bayrağı] korkusu ortaya çıkmıştı. Hükümet, çok sayıda ajanı işe aldı, Habeas Corpus Yasasını [ihzar emri, tutuklanan bir kişinin tutuklanmasının haklı gerekçeleri olduğunu göstermek için mahkeme önünde sorgulanması] askıya aldı, “Gagging Yasası”nı [Susma Yasası] geçirdi, ve kamuoyuna teşhir edilen vatana ihanet davaları açtı. Devrimci ayaklanmalara karşı güven sarsmaya yönelik aşırı derece yurtsever olan ayaklanmalar patlak verdi. Ordudaki ayaklanmalar ve İrlanda isyanı karşı devrimci tutkuların yelkenlerini şişirdi [01]. Radikallerin çoğu sessizliğe gömülmüştü, ancak Godwin bastırdığı el ilanlarında “sürekli bir korkuyla yaşamaktansa hiç yaşamamak daha iyidir” diye sesleniyordu.

Devrim, “kabaran Hürriyet duygularıyla… ve iyimser umutlarıyla {Godwin’in} kalp atışlarını hızlanmasına” neden olmuştu, ve [Godwin] “tamamen anlamanın aydınlık ışığından ve … cömert duygulardan ortaya çıkacak” değişiklik arzusuyla doluydu. Yeni yeni ortaya çıkan baskının şiddeti içinde, Godwin iki ciltlik Enquiry Concerning Political Justice and Its Influence on Morals and Happiness [Siyasi Adalet, Bunun Ahlaki Standartlar ve Mutluluk Üzerindeki Etkilerine Dair İnceleme] adlı eserini yayınladı. Altı aylık bir yazma sürecinin ardından 1793’te yayınlanan bu eser modern anarşist düşüncenin başlangıç noktası olarak görülebilir.

Godwin, aşırılıklardan ve şiddetten, özellikle de giyotinden nefret ediyordu. O, mantık ve ılımlılıktan yanaydı. “Siyasi adalet”, her insanın, en fazla iyiliği amaçlayan tarafsız [adil] ahlak ilkelerine dayanan yargısını ve zekasını barışçıl bir şekilde kullanması gerektiği anlamına geliyordu. Her kişi, gerçeğin karşılıklı paydaşı olarak, kendi arzu ve ilişkilerinin yönetici olmalıdır. Godwin, insan aklının gücünün sınırsız olduğuna inanıyordu. Gerçek, ve dolayısıyla mükemmelleşebilme gerçekleştirilebilir şeylerdi. Toplumsal reform ve kişisel dönüşüm, bugüne kadar doğa bilimlerinde uygulanmış olan değişmez yasaların uygulanmasıyla ortaya çıkacaktı. Bu değişim, erdem ve “gerçek bilgelik, en iyi yavaş, değişmeyen, aralıksız ilerlemeye uyum göstereceği” için, bilgili eğitmenler ve küçük düşünür grupları tarafından yavaş yavaş gerçekleştirilecektir. İyiyi kabul eden nesnel bir mantık, gerçeğin peşinden giden bir erdem, ve bencilliğin ötesine geçen bir iyilikseverlik: bunlar birlikte evrensel adaleti yaratacaklar. O zaman, adalet ve mutluluk ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlanır; toplum ve birey ahenk içinde olur.

Eğer “Mantık tek kanun yapıcıysa, [mantığın] kanunları değiştirilemez ve tek biçimliyse”, o zaman, yalnızca monarşi ve aristokrasi değil, keza hükümet ve demokrasi de yozdaşlaştırıcı adetleri, uyuşukluğu, ahlaksızlığı, statü ve mülkiyette eşitsizliği teşvik eder. Hayali ayrımları besleyen “herhangi bir hükümet” bu nedenle “bir şeytandır, insanoğlunun kişisel yargısının ve bireysel vicdanının gasp edilmesidir.” Demokrasi, despotik hükümet şeklinden yalnızca kötülüğün derecesiyle farklılaşır. Eğer despotluk, ruhu ayrım gözetmeyen bir gasp etmeyle baskı altına alıyorsa, demokrasi de ruhu komformizme ve kaprisliliğe tabi kılar. “Kolektif bilgelik numarası tüm sahtekarlıklar arasında en aşikar olanıdır.” “Demokratik” devlet, “uydurma bir oybirliği şeytanlığını işe katan”, yaratıcı özgürlüğü boğan hırslı ve cahil bir çoğunluğun azınlık üzerindeki tahakkümü demektir. Demokrasi, “[dengeleyici] safrası olmaksızın insan tutkuları denizine açılan canavarvari ve hantal bir gemidir” [02]. “Her bilgili insan dostu, o uğurlu dönemi, insanoğlunun ahlak bozukluklarının yegane sürekli sebebi olan siyasi hükümetin dağılması [dönemini] ne kadar büyük bir zevkle bekler” [derken] Godwin sevince boğuluyordu [03].

Din, hükümetle aynı kaderi paylaşmalıdır. Din, insanları yanlış bir erdem duygusuyla aldatan, “körü körüne bir itaat ve sefil bir ikiyüzlülük sistemi”dir. Sözde gizli olan bilgi hakkındaki tekel iddiasıyla, “Onun yazarları dünyanın almaya istekli olduğunu düşündükleri kadarını dünyaya aktarırlar.”

Bizler evren sistemi hakkında pek az şey biliyoruz, bunlar da hataya fazlasıyla açık; ve, doğanın işleyişi olarak algıladığımızın bir kopyasına dayanarak, bize ahlak ilkesini inşa etme hakkı veren bütünün çok küçük bir parçasını görüyoruz.

Eğer din zalimse, o halde Tanrı fikri de zorbacadır. Godwin daha sonra şunları yazıyordu; “evrenin zeki bir Yaratıcısı ve Yöneticisi olduğu fikri, … en irrasyonel ve gülünç antropomorfizm [anthropomorphism, insanbiçimcilik, insani olmayana insani nitelikler atfetmek] olarak beni şaşkına çeviriyor.”

Godwin, “dünyadaki iyi şeylerin, bir insanın, arzuladığını almak için bir başkası kadar hakka sahip olduğu bir ortak sürü olduğu”na inanıyordu. Mülkün, özellikle kilise ve devletin ittifakıyla, biriktirilmesi, toplumsal bir güce dönüşür; bencilliği, suçu, açgözlülüğü, ve yoksulluğu besler. Yeryüzü bolluğunun –trampa ve değişimden yoksunken bile– kooperatif paylaşımı, bilginin çoğalmasını, ahlaki gelişmeyi ve savaşın sona ermesini getirecektir. Ancak, her birey, miktar ve kullanımları kendisince belirlenmek üzere, kendi belirli gereksinimlerini ve esenliğini karşılamaya yetecek kadar kişisel mülke sahip olmalıdır. “Özel çıkarlar gözle görülür bir şekilde kamusal iyiyle uyumlu olacak, ve sivil toplum şiirin altın çağ olarak taklit ettiği şey haline gelecek{tir}.”

Godwin’in tasavvur ettiği toplum, bilge insanlardan oluşan geçici süreli bir konsey tarafından idare edilen, eski Yunan şehirlerine benzer bir şekilde demokratik cemaat bölgelerinin [parish, İngiltere’de kaymakamlık benzeri idari bölge; bir papazın denetimi altındaki bölge] oldukça gevşek bir konfederasyonu olacaktı. Birey, toplumsal ilişkiler ve teknoloji (asgari emek kullanımıyla), basit gereksinimler ve rasyonel işbirliğinin ortasında hiç durmaksızın gelişecektir. Bugünkü sistemimizde, “özden ve ruhtan yoksun, aldatıcı bir dış görünüşe” [sahip olan] bizler, “insanların yalnızca gölgesiyiz.” Ancak “gerçeklikler ülkesine ulaştığımız {zaman} … insan, düşüncenin enerjisi ve eylemin korkusuzluğuyla olduğu haliyle bilinecektir.” Acıdan, melankoliden, gücenmeden ve hastalıktan kurtulmuş bir dünya ölümü bile kenara sıkıştırabilir [04].

Siyasi Adalet’i yazması sırasında bile, Godwin’in görüşleri dikkati çekici bir şekilde değişti ve gelişti. İyi hükümete bir ölçüde saygı göstermekle başlayıp, en sonunda onu tamamen reddetti. Bugünün daha az süslü bir tarza alışkın okuru için oldukça zahmetli bir kitap olan kitabı, büyük ölçüde birinci baskısının alelacele yayınlanması nedeniyle birçok çelişki ve tutarsızlığı barındırır. İkinci baskısı 1796’da, üçüncüsü ise 1798’de yapıldı. Bunlar kapsamlı değişiklikler, kavram eklemeleri, ve vurguda kaymalar içerir. Örneğin, ilk önceleri ulaşılabilir bir hedef olarak [görülen] insanın mükemmelleşebilirliği daha sonra ise sürekli bir ilerleme olarak yeniden nitelendirilmiştir.

Siyasi Adalet’in duygudan yoksun olduğu iddia edilmiştir. William Hazlitt şöyle diyordu: “Bay Godwin, anlayışın artık sevgiyle ısıtılmadığı, imgelemin [fancy] meltemiyle yellendirilmediği Kuzey Kutup Dairesi ve Donmuş Toprakları (boşu boşuna) geçmeye çalışarak, esası [essential, özü] ahlak bilimine indirgemiştir.” Mary Wollstonecraft bunu, “donuk bir felsefe” olarak görmüştür. Godwin’in de bir aile babası olmasından sonra, duygulara ve “duygu imparatorluğu”na daha fazla yer vermesi gerektiğini kabul etmiştir. Hatta bu ihmalini telafi edecek bir kitabın taslağını bile hazırlamıştı. Ancak Godwin buna karşın, kendisinin, “gerçeğe duyduğu aşkla, ve başka bir isimle hemen hemen aynı anlama gelen hemcinslerime karşı duyduğum aşk demek olan [gerçeğin] doğasından ayrılamayan bir tutkuyla canlan”dığını ifade etmiştir.

Godwin’in savunduğu gibi, bizler, ne her zaman onurlu ve iyi şeyler için uğraşırız, ne de her zaman bir “Vulkan” [Romalıların ateş tanrısı] mantık duygularımızı kontrol eder. Ve ne üzücüdür ki, bizim neyin iyi olduğuna dair kişisel algımızla bunun uygulanması arasında da bir ihtilaf bulunur. Belki de Hazlitt, Godwin’in “hemcinslerini fazlasıyla asil gördüğünü … {ve} ahlak standardını insanlığın ulaşabileceğinin çok ötesine yükselttiği”ni gözlemlerken haklıdır. Bu, ağırbaşlı felsefenin, mantığın ve değişmez yasaların insan davranışlarına uygulanmasının bireyin tutkularını ve toplumu kontrol edebileceğine inanan çağının bir hatasıdır. “Dinin, ilkel korkuların ve batıl inançların bir toplamı olduğunun giderek fark edildiği bir dönemde” diyordu William St. Clair, Siyasi Adalet “şüpheleri gideren modern bilimsel açıklamanın yerli yerine oturmasını sağladı, … bu harikulade bir şekilde özgürleştirici ve tazeleyiciydi … [onların], ayrıcalıklı bir azınlığın prangalarından kurtularak, artan algılarının mükemmelleşebilirliği hızlandırmasına {yardım etti}.”

Siyasi Adalet tehlikeli ve kışkırtıcı olarak görüldü. Yayınlanmasından kısa bir süre sonraki Privy Konseyi [İngiltere’de, kral veya kraliçeye zaman zaman tavsiyelerde bulunan, ancak fazla gücü olmayan, siyasette yüksek mevki sahibi kişilerden oluşan konsey] toplantısında, Godwin’e dava açılması tartışıldı. Pitt’in şöyle dediği iddia edilir: “üç guinealık [21 şilin değerindeki eski İngiliz parası] bir kitap, fazladan harcayacak üç şilini bile olmayanlar için asla fazla zararlı olamaz.” Yine de Siyasi Adalet kısa zamanda çok satan kitaplar arasına girdi ve yaygın bir şekilde okundu; çünkü radikal topluluklar ve işçi birlikleri aşırı bir tutumlulukla ufak tasarruflarını birleştiriyor, üyelerine ödünç vermek üzere tek bir kitap satın alıyorlardı. Siyasi Adalet’in ve keza bazı romanların yazarı olarak Godwin’in ünü, şahsı ve fikirlerinin Coleridge, Priestley, Southey, Lamb, Hazlitt ve Wordsworth gibi seçkin insanlarının dikkatini çekmesini sağladı. Ünlü bir kadın hakları savunucusu olan Mary Wollstonecraft 1797’de onunla evlendi. Wollstonecraft, Frankenstein’ın gelecekteki yazarı, Godwin’in en dikkate değer ve ateşli öğrencisi olacak olan Shelley’in gelecekteki eşi Mary’i doğurmasından birkaç ay sonra öldü. Birçok büyülenmiş radikale için Godwin, “bir peygamber {haline gelmişti}, … {ve} onlar, tamamen kendilerine ait olan bir hayal üstyapısını onun spekülasyonları üzerine inşa ettiler.” Karşıtları da oldukça çoktu. Malthus, Siyasi Adalet’i delillerle çürütmek üzere Nüfus Üzerine Makaleler’i [Essays on Population] yazdı. Burke, Godwin’in eserini “tam bir Ateizm boku, kokuşmuş Fransız Devrimi leşinin kuluçkası” olarak değerlendiriyordu.

Öfori [euphoria, kendini aşırı zinde hissetme durumu] dönemi kısa sürdü. Kamuoyu görüşü gelenek ve statükonun pekiştirilmesine yöneldi. Fransız Devrimi’nin aşırılıklarının yarattığı hayal kırıklığı, kitleler arasındaki Gallicizm karşıtlığı, hükümetin başarılı baskısı ve öfkeli radikallerle Godwin gibi ılımlılık taraftarları arasındaki ayrılık, reform kuvvetlerini zayıflattı. Godwin bir yergi nesnesi haline geldi. Karısının ölümü onu derinden sarstı. Şöhreti kısa sürede kayboldu, öyle ki 1811’de gelecekteki damadı Shelley isminin “saygın ölüler listesine kaydedildi” diye düşünüyordu. Hazlitt, onun “itibarın gök kubbesinde bir güneş olarak alevler saçtığını … ancak belirsiz bir ölümsüzlüğün sakin alacakaranlığında … ufukta yitip gittiğini” söylüyordu. İkinci evliliği zorlu oldu. Kalan yıllarını, ailevi sorumlulukları ve edebi uğraşlarının sebep olduğu mali problemlerle dolu olarak geçirdi –bu zaman zaman Shelly’le olan ilişkisinde gerginliğe neden oldu.

Her ne kadar Godwin “anarşi” kelimesini kaos anlamında kullanmış ve kendisini asla bir “anarşist” olarak görmemiş olsa da, anarşist teorinin bu ilk sistematik tasvirinden ötürü, Woodcock haklı bir şekilde onu “modern anarşizmin babası” olarak adlandırır. Godwin’in anarşist düşüncedeki yeri Beethoven’in müzikteki yerine benzer –kendisinden önce gelenleri özetlemiş ve kendisinden sonra geleceklerin habercisi olmuştur. Eski biçimlerin yerle bir edilmesi, yeni olasılıkların yaratılması ve aklın özgürleştirilmesi karşılaştırılabilir. Godwin’in düşüncesi Jefferson taraftarları ile Federalistler arasındaki tartışmada ortaya çıktı, ve bir tarihçiye göre [Godwin] Birleşik Devletler’deki “asiler kuşağının feneri olmuş”tur. Shelley’in “Kraliçe Mab”, “Hürriyet Kasidesi”, “İslam’ın İsyanı”, “Anarşi Maskeli Balosu”, ve “Sınırsız Prometheus” şiirleri Godwin’in anarşizminden esinlenmiştir. Ondokuzuncu yüzyıl anarşistleri onu ihmal etmiş, ancak Kropotkin onu methetmiştir. Godwin’in düşüncesi, devrimci olmayan ılımlılığa sahip Britanya emek hareketini, eğitimin özgürleştirici gücüne inanan Robert Owen’ı, gücün bölüşümüne karşı saldırılarında Chartistleri, ve insancıl sosyalizme dayanan Fabianları önceden tahmin etmiştir. Hatta Karl Marks’ın devletin sönümlenmesi görüşü ve artı değer kuramının Godwin’de dolaylı öncelleri vardır. Yazıları Washington Irwing, Edgar Allan Poe, Nathaniel Hawthorne, Charles Dickens, Henry George, Oscar Wilde, ve H.G. Wells üzerinde etkiler bırakmıştır [05].

Godwin, “{herhangi bir biçimiyle} tahakküm bir bilgelik okulu olsaydı, insanlığın gelişimi hesaplanamaz bir boyutta olurdu, çünkü binlerce yıldan beridir biz bu okuldayız” diyordu. İnsanlık hala savaş ve nefret okuluna gidiyor. Kirlilik ve tüm canlılara karşı saygısızlık, en basit biçimiyle dahi yaşamın kendisini ihlal ediyor. Uyum [harmoni] hala türlerin en sabırsız olanının aklına bile gelmemekte. Tutkular hala frenlenemiyor. Siyasi Adalet’ı okumak muhtamelen faydamıza olacaktır, çünkü “ne hor görmenin, ne düşmanlığın, ne içerlemenin ne de intikamın koynumuza girmesine izin vermeyecek” bir dünya görüşüne gereksinimimiz var. “Adalet ülküsü insanlık ülküsüdür. Bu ülküyü sevmeliyiz, çünkü insanlığın genel mutluluğunu üretecek olan budur.”

DİPNOTLAR
[01] Godwin vatana ihanetle suçlanan insanlar için etkili savunmalar yazmış, hatta savunmanın zafer kazanmasına yardım etmişti. Bu dava İngiliz hukuk tarihinde bir dönüm noktası olmuştu. Artık insanlar kelime ve kalemleriyle [ifade ettiklerinden] ötürü vatana ihanetten mahkum edilemeyeceklerdi.
[02] Yumuşak huylu bir demokrasi formu geçici bir durum olarak kabul edilebilir.
[03] Evrensel yardımseverliği engelleyen herhangi bir birlikten sakınılmalıdır. Orkestralar ve evlilik bile bireyselliği engeller!
[04] Kısaltılmış birinci baskıda bu kısım yer almıyordu, ancak üçüncü baskıda Godwin bir hedef olarak mutlak ölümsüzlüğü reddediyordu. Ancak, yaşamın ölçülemeyecek kadar uzatılabileceğine inanıyordu.
[05] Engels, “Yakın zamanımızın iki büyük filozofu, Bentham ve Godwin, özellikle de bu ikincisi, neredeyse tamamen proletaryaya aittir.”

BİBLİYOGRAFİK NOT
Bu çalışmada Godwin’in Enquiry Concerning Political Justice and its Influence on Morals and Happiness’in birinci baskısı [kısmen kısaltılmış hali] kullanılmıştır (Raymond A. Preston, ed., New York: Alfred A. Knopf, 1926). Zaman zaman karşılaştırma yapmak amacıyla üçüncü baskı da kullanılmıştır (F.E.L. Priestly, ed., The Toronto University Press, 1946).

Faydalanılan Yayınlar:
– William Godwin, Memoirs of Mary Wollstonecraft [Mary Wollstonecraft’ın Anıları], (Londra: Constable & Co., Ltd., 1927).
– William Godwin, Jack W. Marken ve Burton R. Pollin (ed.), Uncollected Writings (1785-1822): Articles in Periodicals and Six Pamplets [Toplu Olmayan Yazılar (1785-1822): Gazete Yazıları ve Altı Broşür], (Gainsesville, Fla: Scholars’ Facsimiles & Reprints, 1968).
– H. N. Brailsford, Shelley, Godwin, and Their Circle [Shelley, Godwin, ve Onların Çevresi], (New York: Archon Books, 1969).
– Kenneth Noel Cameron, ed., Percy Bysshe Shelley: Selected Poetry and Prose [Percy Bysshe Shelley: Seçilmiş Şiirler ve Düzyazılar] (New York: Holt, Rinehart & Winston, 1967).
– William St. Clair, The Godwins and the Shelleys: The Biography of a Family [Godwinler ve Shelleyler: Bir Ailenin Biyografisi], (New York, W. W. Norton & Co., 1989).
– Rosalie Glynn Grylls, William Godwin and His World [William Godwin ve Dünyası], (Londra: Odhams Press, Ltd., 1953).
– William Hazlitt, The Spirit of the Age: Or Contemporary Portraits [Çağın Ruhu: Veya Çağdaş Portreler], (Londra: Oxford University Press, 1966).
– Peter H. Marshall, William Godwin, (New Haven: Yale University Press, 1984).
– Kegan Paul, William Godwin: His Friends and Contemporaries [William Godwin: Dostları ve Çağdaşları], (Boston: Roberts Brothers, 1876).
– A. K. Rogers, “Godwin and Political Justice” [Godwin ve Siyasi Adalet], International Journal of Ethics, XXII, 1 (Ekim 1911).
– Michael Henry Scrivener, Radical Shelley: The Philosophical Anarchism and Utopian Thought of Percy Bysshe Shelley [Radikal Shelley: Felsefi Anarşizm ve Percy Bysshe Shelley’in Ütopyacı Düşüncesi], (Princeton: Princeton University Press, 1982).
– Elton Edward and Esther Greenwell Smith, William Godwin, (New York: Twayne Publishers, Inc., 1965).
– G. R. Stirling Taylor, Mary Wollstonecraft: A Study in Economics and Romance [Mary Wollstonecraft: Ekonomi ve Romans’da Öğrenim], (London: Martin Secker, 1911).
– George Woodcock, William Godwin: A Biographical Study [William Godwin: Biyografik Bir Çalışma], (Londra: The Porcupine Press, 1946).
– Wm. Theodore de Bary, ed., Sources of Chinese Tradition, vol. 1, Introduction to Oriental Civilizations [Çin Geleneğinin Kaynakları, cilt 1, Doğu Uygarlıklarına Giriş], (New York: Columbia University Press, 1967).
– Ernst Cassirer, The Philosophy of the Enlightenment [Aydınlanma Felsefesi], Fritz C. A. Koelln and James P. Pettegrove, çev. (Princeton: Princeton University Press, 1951).
– Norman Cohn, The Pursuit of the Millenium: Revolutionary Messianism in Medieval and Reformation Europe and Its Bearing on Modern Totalitarian Movements [Bin Yılın İzinde: Ortaçağ ve Reformasyon Avrupasında Devrimci Mesihlik ve Modern Totaliter Hareketler Üzerindeki Tavrı], (New York: Harper & Bros., 1961).
– Friederich Engels, The Conditions of the Working-Class in England: Personal Observations and Authentic Sources [İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları: Kişisel Gözlemler ve Özgün Kaynaklar], (Moskova: Progress Publishers, 1973).
– Francis C. Haber, The Age of the World: Moses to Darwin [Dünya Çağı: Moses’den Darwin’e], (Baltimore: The Johns Hopkins Press, 1959).
– Philip P. Hallie, “Zeno of Citium” [Citiumlu Zeno], The Encyclopedia of Philosophy (New York: Macmillan Publishing Co. and The Free Press, 1972).
– Christopher Hill, The World Turned Upside Down: Radical Ideas During the English Revolution [Alt Üst Olmuş Bir Dünya: İngiliz Devrimi Sırasında Radikal Fikirler], (New York: The Viking Press, 1972).
– James Joll, The Anarchists [Anarşistler], (Londra: Eyre & Spottiswoode, 1964).
– Leonard Krimerman (ed.), Patterns of Anarchy: A Collection of Writings on the Anarchist Tradition [Anarşinin Modelleri: Anarşist Gelenek Üzerine Derleme Yazılar], (Garden City: Doubleday & Co.).
– P. A. Kropotkin and Harold J. Laski, “Anarchism” [Anarşizm], Encyclopedia Britannica (Londra: Encyclopedia Britannica Co., 1932).
– Charles A. Madison, “Anarchism in the United States” [Birleşik Devletler’de Anarşizm], Journal of the History of Ideas 4 (Ocak 1945).
– D. Novak, “The Place of Anarchism in the History of Political Thought” [Anarşizmin Siyasi Düşünce Tarihinde Yeri], The Review of Politics 20 (Temmuz 1958).
– Bertrand Russell, “Stoicism” [Stoisizm], A History of Western Philosophy [Batı Felsefesi Tarihi], (New York: Simon & Schuster, 1945).
– E. P. Thompson, The Making of the English Working Class [İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu], (New York: Vintage Books, 1966).
– George Woodcock, Anarchism: A History of Libertarian Ideas [Anarşizm: Liberter Fikirlerin Tarihi], (Cleveland: Meridian Books, 1962.
– George Woodcock, Pierre-Joseph Proudhon: His Life and Work [Pierre-Joseph Proudhon: Yaşamı ve Eserleri], (New York: Schocken Books, 1972).

Çeviri: Anarşist Bakış

Kaynak: “Godwin’s Place in the Anarchist Tradition: A Bicentennial Tribute”, Kenneth C. Wenzer, Social Anarchism, sayı 20, 1995

For example, you might choose to know that some styles are better the filling suited to history, while others are suited to social sciences.