Anarşizm Nedir? (11): Sendika – Alexander Berkman

  Alexander Berkman

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 11. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere buradan ulaşabilirsiniz.

BÖLÜM 11: SENDİKA

“Evet, sendika tek umudumuzdur.”, sen de hemfikirsin; “Bizi güçlü kılıyor.”
Aslında hiçbir zaman daha doğru bir şey söylenmedi: Birlik olmakta güç vardır. Bunu anlamak uzun zaman aldı ve bugün bile birçok proleter bunu tam olarak anlamıyor.


İşçilerin örgütlenme hakkında hiçbir şey bilmediği bir zaman vardı. Daha sonra koşullarını iyileştirmek için bir araya gelmeye başladıklarında, onlara karşı kanunlar çıkarıldı ve işçi örgütleri yasaklandı.


Efendiler çalışanlarının örgütlenmesine her zaman karşı çıktı, devletler onların sendikaları engellemelerine ve bastırmalarına yardım etti. Çok uzun zaman önce İngiltere ve diğer ülkelerde işçilerin örgütlenmesine karşı çok sert yasalar çıkarıldı. Koşulları kolektif çabayla iyileştirme girişimi ‘komplo’ olarak tanımlandı ve yasaklandı. Çalışanların örgütlenme haklarını kazanmaları uzun zaman aldı; bunun için kavga etmeleri gerekiyordu. Bu da sana gösteriyor ki patronlar, kendileriyle kavga edilmediği ve kendilerine boyun eğdirilmediği sürece işçilere hiçbir şey vermemiştir. Bugün bile birçok işveren çalışanlarının örgütlenmesine karşı çıkıyor, mümkün olan her yerde engelliyor: İşçileri örgütleyenleri tutuklayıp şehir dışına sürüyor, yasa her zaman onların tarafında ve bunu yapmalarına yardım ediyor. Ya da patronların emirlerini yerine getirmek için güvenilebilecek sahte işçi örgütleri, sarı sendikalar oluşturma numarasına başvuruyorlar.


Efendilerin neden örgütlü olmanı istemediklerini, neden gerçek bir işçi sendikasından korktuklarını anlamak kolaydır. Güçlü ve mücadeleci bir sendikanın daha yüksek ücretler ve daha iyi koşullar gerektirebileceğini, bunun da plütokratlar için daha az kâr anlamına geldiğini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden emeğin örgütlenmesini durdurmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bunu durduramadıklarında, patronların çıkarlarına zarar vermemesi için sendikayı zayıflatmak veya yöneticilerini yozlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Efendiler örgütlü emeğin gücünü felç etmenin çok etkili bir yolunu buldular. İşçileri işverenlerle özdeş çıkarlara sahip olduklarına ikna ettiler; onları sermaye ve emeğin ‘özdeş çıkarlara’ sahip olduğuna ve işveren için iyi olanın çalışanları için de iyi olduğuna inandırdılar. Ona ‘sermaye ve emek arasındaki uyum’ gibi güzel bir isim verdiler. Çıkarların patronununkilerle aynıysa neden onunla savaşasın ki? Sana da bunu söylediler. Kapitalist basın, devlet, okul ve kilise aynı şeyi vaaz ediyor: patronunla barış ve dostluk içinde yaşıyorsun. Sanayideki büyük patronlar için çalışanlarının gündelik bir işte ‘ortak’ olduklarına inanmaları iyidir: Daha sonra sıkı ve sadık bir şekilde çalışacaklardır çünkü ‘kendi çıkarları için’ çalıştıklarını düşüneceklerdir. İşçiler daha iyi koşullar için efendileriyle savaşmayı düşünmek yerine sabırlı olacaklardır ve işveren onlarla ‘refahını paylaşana’ kadar bekleyeceklerdir. Grevler ve iş durdurmalar konu olunca ‘kendi’ ülkelerinin çıkarlarını ve refahını da göz önünde bulunduracak, ‘endüstriyi’ ve ‘toplumun düzenli yaşamını’ rahatsız etmeyeceklerdir. Eğer seni sömürenleri ve onların sözlerini dinlersen ‘iyi’ olacaksın ve sadece efendilerinin, şehrinin ve ülkenin çıkarlarını göz önünde bulunduracaksın- ama hiç kimse senin ve ailenin çıkarlarını, sendikanın ve işçi sınıfından yoldaşlarının çıkarlarını umursamıyor. Patronun, senin ‘iyi’ olman ve bencil olmaman üzerinden zenginleşirken seni de “Bencil olma!” diye uyarıyor. Bıyık altından gülüyor ve çok aptal olduğun için Tanrı’ya şükrediyor.

Ama şimdiye kadar beni dinlediysen, sermaye ile emeğin çıkarlarının aynı olmadığını biliyorsundur. Sözde “çıkarların tekliği” kadar daha büyük bir yalan icat edilmedi. Emeğin dünyanın tüm zenginliğini ürettiğini biliyorsun ve sermayenin kendisi yalnızca emeğin birikmiş ürünleridir. Biliyorsun ki, emek olmadan sermaye asla zenginleşemez. Öyle ki, bütün zenginlik haklı olarak emeğe, onu hem kafa hem de kol emeğiyle yaratan ve yaratmaya devam eden kadınlara ve erkeklere; yani dünyanın endüstriyel, tarımsal ve zihinsel işçilerine kısaca tüm işçi sınıfına aittir.

Efendilerin sahip olduğu sermayenin çalıntı mallar, çalıntı emek ürünleri olduğunu da biliyorsun. Kapitalist sanayi, emeğin ürünlerine efendi sınıfın yararına el koymaya devam etme sürecidir. Yani efendiler, emeğin ürünlerini kendilerine saklayarak var olurlar ve zenginleşirler. Yine de işçilerin, sömürücü ve hırsızlarla aynı çıkarlara sahip olduklarına inanmaları isteniyor! Düpedüz bir aptal dışında herhangi biri bu kadar açık bir sahtekarlığa kanabilir mi?

Bir işçi olarak çıkarlarının kapitalist efendilerin çıkarlarından farklı olduğu açıktır. Farklı olmaktan daha fazlası, tamamen zıttırlar. Aslında tam anlamıyla birbirine düşmandırlar. Patron sana ne kadar yüksek maaş öderse senden o kadar az kâr elde eder. Bunu anlamak büyük bir felsefe gerektirmez. Bundan kaçamazsın, hiçbir kıvırma ve kayıtsızlık bu katı gerçeği değiştiremez.

Sendikaların ve üyelerinin çoğu bunu anlamasa da işçi sendikalarının varlığı bile bunun kanıtıdır. Emek ve sermayenin çıkarları aynıysa neden sendika var? Eğer patron, bir patron olarak kendisi için iyi olanın senin yani çalışanı için de iyi olduğuna gerçekten inanıyorsa o zaman kesinlikle sana doğru dürüst davranacaktır, sana mümkün olan en yüksek ücreti ödeyecektir; o zaman sendikanın olmasının ne anlamı var? Ancak sendikaya ihtiyacın olduğunu biliyorsun: Daha iyi ücretler ve daha iyi çalışma koşulları uğruna savaşmana yardımcı olması için ona ihtiyacın var. Kiminle savaşmak için? Elbette patronunla, işvereninle, kapitalistle. Onunla savaşmak zorundaysan, senin çıkarların ve onunki aynı görünmüyor değil mi? Öyleyse değerli ‘çıkarların özdeşliğine’ ne oldu? Ya da belki patronun kendi çıkarlarını anlayamayacak kadar aptal olduğu için patronunla daha iyi ücretler için savaşıyorsundur? Belki de sana daha fazla ödeme yapmanın onun için iyi olduğunu anlamıyordur?

Pekâlâ ‘çıkarların özdeşliği’ fikrinin neye yol açtığını görebilirsin. Ve yine de ortalama işçi sendikası bu ‘çıkarların özdeşliği’ üzerine inşa edilmiştir. Elbette Dünya Endüstri İşçileri (IWW), devrimci sendikalist sendikalar ve sınıfsal farkındalığa sahip diğer işçi örgütleri gibi bazı istisnalar vardır. Onlar durumu daha iyi bilirler. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Amerikan Emek Federasyonu’na veya İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer ülkelerin muhafazakâr sendikalarına ait olanlar gibi sıradan sendikaların tümü, emek ve sermaye arasındaki çıkarların özdeşliğini ilan ediyor. Yine de az önce gördüğümüz gibi, onların varlığı, grevleri ve mücadeleleri, ‘özdeşliğin’ sahte ve yalan olduğunu kanıtlıyor. O halde sendikalar çıkarların özdeşliğine inanır gibi görünürken varoluşları ve faaliyetleri bunu ret mi ediyor?

Bunun nedeni, ortalama bir işçinin kendi adına düşünmeyi bırakmasıdır. Bunu kendisi adına yapmaları için sendika yöneticilerine ve gazetelere güvenmesi içindir ki onlar, işçinin doğru dürüst düşünmemesi gerektiğini biliyorlar. Çünkü işçiler kendileri için düşünmeye başlarlarsa devlet ve kapitalizm denen tüm yolsuzluk, aldatma, soygun şebekesini görürler ve buna katlanamazlar. İnsanların daha önce çeşitli zamanlarda yaptığı gibi yaparlar: Köle olduklarını anladıkları anda köleliği yok ettiler, daha sonra serf olduklarını anladıklarında serfliği ortadan kaldırdılar. Ücretli köleler olduklarını anladıkları anda, ücretli köleliği de kaldıracaklar.

O halde, işçilerin ücretli köle olduklarını anlamalarını engellemenin sermayenin çıkarına olduğunu görüyorsun. ‘Çıkarların özdeşliği’ dolandırıcılığı, bunu yapmanın yollarından biridir.

Ancak işçileri bu şekilde kandırmakla ilgilenenler sadece kapitalistler değildir. Ücretli kölelikle kar elde edenler, sistemi sürdürmekle ilgileniyor ve doğal olarak işçilerin durumu anlamasını engellemeye çalışıyorlar.
Her şeyi olduğu gibi tutmanın kimin yararına olduğunu daha önce görmüştük: Hükümdarlara ve devletlere, kiliselere, kısaca orta sınıfa; işçilerin emeği ile yaşayan herkese. Ancak sendika yöneticilerinin kendileri bile ücretli köleliği sürdürmekle ilgileniyor. Birçoğu sahtekarlığı göremeyecek kadar cahil ve bu yüzden kapitalizmin iyi olduğuna ve onsuz yapamayacağımıza gerçekten inanıyorlar. Bazılarıysa gerçeği çok iyi biliyor ancak yüksek maaşlı ve etkili sendika yetkilileri olarak kapitalist sistemin sürmesinden yararlanıyor. İşçilerin her şeyi görmesi durumunda, onları yanılttıkları ve aldattıkları için bu yöneticileri hesap vermeye çağıracaklarını biliyorlar. Köleliklerine ve onları aldatanlara karşı isyan edeceklerdir, tarihte daha önce sık sık olduğu gibi ucu bir devrime varabilir. Ancak sendika yöneticileri devrimi umursamıyor, kendileri iyi koşullarda yaşamakla yetiniyorlar çünkü durum onlar için yeterince iyi.
Gerçekte işçi yanıltıcıları devrimi desteklemiyor; grevlere bile karşı çıkıyorlar ve ellerinden geldiğince engellemeye çalışıyorlar.
Bir grev patlak verdiğinde, insanlara ‘fazla ileri gitmemelerini’ söyleyecekler ve patronla aralarındaki farklılıkları işçilerin genellikle en düşük payı aldığı ‘tahkim’ yoluyla çözmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Patronlarla konuşmalar yapacaklar, bazı küçük tavizler için yalvaracaklar ve sıkça sendikanın aleyhine grevden ödün vereceklerdir ancak her durumda işçileri ‘yasa ve düzeni korumaya’ teşvik edeceklerdir. Sessiz ve sabırlı olun diyeceklerdir. Sömürücülerle aynı masaya oturacaklar, onlar tarafından yenilecekler, onlarla yemeğe çıkacaklar ve devlete “araya girip” sorunu çözmesi için çağrıda bulunacaklardır ancak tüm emek sorunlarının kaynağından asla bahsetmemeye çok dikkat edeceklerdir. Ücretli köleliğin kendisine asla dokunmayacaklardır.
Örneğin Amerikan Emek Federasyonu’nda ayağa kalkıp tüm ücret sisteminin saf bir soygun ve dolandırıcılık olduğunu, işçilerin emeğinin tam ürününü talep ettiğini ilan eden tek bir yönetici gördünüz mü? Herhangi bir ülkede bunu yapan ‘sıradan’ bir sendika yöneticisi olduğunu hiç duydunuz mu? Ne ben ne de bir başkası bunu şimdiye kadar görmedi. Aksine, dürüst biri bunu yapmaya cesaret ederse, onu ilk olarak rahatsız edici, ‘işçilerin düşmanı’, sosyalist ya da anarşist ilan edenler sendika yöneticileridir. “Onu çarmıha gerin!” diye ağlayanlar ilk onlardır.
Bu tür insanlar çarmıha gerilir çünkü sermaye ve devlet -insanlar onayladığı sürece- bunu yaparak kendilerini güvende hissederler.
Asıl noktayı anlıyor musun dostum? Sendika yöneticileri, ücretli bir köle olduğunu anlamanı istiyor gibi mi görünüyor? Gerçekte efendilerin çıkarlarına hizmet etmiyorlar mı?

Sendika yöneticileri ve politikacılar dünyanın zenginliğinin tek üreticisi olarak büyük emeğin neye sahip olabileceğini çok iyi biliyorlar. Ama bilmeni istemiyorlar. Düzgün örgütlenmiş ve farkına varmış işçilerin köleliklerini ve boyun eğmelerini ortadan kaldırabileceklerini bilmeni istemiyorlar. Bunun yerine sendikanın yalnızca daha iyi ücretler almana yardımcı olmak için var olduğunu söylüyorlar ancak kapitalizmde durumunu çok fazla iyileştirmeyeceğinin ve patron sana ne kadar ödeme yaparsa yapsın, her zaman bir ücretli köle olarak kalman gerektiğinin farkındalar. Çok iyi biliyorlar ki grevle bir zam elde etmekte başarılı olsan bile artan yaşam maliyetiyle kazanımını tekrar kaybedeceksin, grevdeyken kaybettiğin maaşları söylemiyorum bile…

İstatistikler, önemli grevlerin çoğunun kaybedildiğini gösteriyor. Farz edelim ki grevi kazandın ve sadece birkaç hafta dışarıdaydın. O sürede daha yüksek maaşla çalışacağın aylarda geri kazanabileceğinden daha fazla maaş kaybettin.

Basit bir örnek: Greve gittiğinde haftada 40 dolar kazandığını varsayalım. Mümkün olan en iyi sonucu düşünelim, grevin sadece 3 hafta sürdüğünü ve 5 dolarlık bir artış kazandığını varsayalım. 3 haftalık grevinde 120 dolar maaş kaybettin. Şimdi haftada beş dolar daha fazla alıyorsun, kaybettiğin 120 doları geri alman 24 hafta sürecektir. Yani altı ay daha yüksek maaşla çalıştıktan sonra ödeşmiş olacaksın. Peki bu arada artan yaşam maliyetine ne diyeceksin? Çünkü sadece bir üretici değil aynı zamanda bir tüketicisin. Ve bir şeyler satın almaya gittiğinde eskisinden daha pahalı olduklarını göreceksin. Daha yüksek ücret, artan yaşam maliyeti anlamına gelir. Çünkü işveren sana daha yüksek bir ücret ödeyerek ne kaybettiyse ürünlere zam yaparak onu senden çıkaracaktır.

O halde daha yüksek ücret fikrinin gerçekte çok yanıltıcı olduğunu görebilirsin. İşçinin, daha fazla ücret aldığında, aslında daha iyi durumda olduğunu düşünmesine neden olur ancak gerçek şu ki -tüm işçi sınıfı söz konusu olduğunda- işçi, daha yüksek ücretle kazanırsa tüketici olarak kaybeder ve uzun vadede durumu aynı kalır. ‘Daha yüksek maaşların’ olduğu bir yılın sonunda, işçinin elinde ‘daha düşük ücretler’ elde ettiği zamandan daha fazlası kalmaz. Bazen durum daha da kötüdür çünkü yaşam maliyeti maaşlardan çok daha hızlı artar.

Genel kural budur. Elbette maaşların yanı sıra -işsizlik ve ürün azlığı gibi- yaşam maliyetini etkileyen başka faktörler de vardır. Ancak özel durumlara, endüstriyel-finansal kriz durumlarına veya olağandışı refah dönemlerine değinmemize gerek yok. Bizi endişelendiren, işçinin gündelik durumu, normal durumu. Ve normal durum onun her zaman bir işçi, bir ücretli köle olarak kalarak yaşamasına ve patronu için çalışmaya devam etmesine yetecek kadar kazanç sağlamasıdır. Arada sırada bir işçinin bir miktar parayı miras alması veya başka bir şekilde ele geçirmesi nedeniyle, işe girmesine veya kendisine zenginlik getirebilecek bir şey icat etmesine izin veren istisnalar bulacaksın. Ama hal böyleyken istisnalar senin durumunu değiştirmez. Yani tüm dünyadaki milyonlarca işçinin ortalamasını düşününce bir emekçi olduğun gerçeğini değiştirmez.
Bu milyonlar söz konusu olduğunda onlardan biri olarak, işin veya maaşın ne olursa olsun ücretli bir köle olarak kalırsın ve kapitalizm sistemine göre başka bir şey olma şansın yoktur.

O halde şu soruları sorabilirsin: “Sendikanın ne faydası var? Sendika yöneticileri bu konuda ne yapıyor?”

Gerçek şu ki sendika liderleri bu konuda hiçbir şey yapmıyor. Aksine, seni ücretli bir köle olarak tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunu; seni kapitalizmin iyi olduğuna inandırarak; mevcut sistemi devlet, ‘yasa ve düzen’ ile destekleyerek gerçekleştiriyorlar. Tıpkı okulun, kilisenin, devletin ve patronunun yaptığı gibi, bunun başka türlü olamayacağını söyleyerek seni kandırıyorlar. Aslında sendika yöneticisi, politik liderin devlet için yaptığı işin aynısını kapitalizm için yapıyor: Mevcut adaletsizlik ve sömürü sistemini hem destekliyor hem de bunun için destek buluyor.

“Ama sendika” diyorsun, “sendika neden işleri değiştirmiyor?”

Sendika belki bir şeyleri değiştirebilir. Ama sendika nedir? Sendika sadece sen, öteki dostun ve sizin gibi diğerleridir -üyeler ve yetkililer. Artık memurların, sendika yöneticilerinin bir şeyleri değiştirmekle ilgilenmediklerini anlıyorsun. O halde bunu yapmak üyelere kalmış, değil mi?


Bu kadar. Ancak üyeler -genel olarak işçiler- durumun neyle ilgili olduğunu anlamazsa sendika hiçbir şey yapamaz. Bu nedenle üyelerin, gerçek durumun farkına varması gerekir.

İşçi sendikasının gerçek amacı bu olmalıdır. Sendikanın işi üyelerini durumları hakkında bilgilendirmek, onlara neden ve nasıl soyulup sömürüldüklerini göstermek, bundan kurtulmanın yollarını ve araçlarını bulmak olmalıdır.

Bu, sendikanın işçinin çıkarlarını korumaya yönelik gerçek amacını yerine getirmek olacaktır. Kapitalist düzenin devleti ve hukukuyla ortadan kaldırılması, emeğin çıkarlarının tek gerçek savunması olacaktır. Ve sendika buna hazırlanırken aynı zamanda emeğin acil ihtiyaçlarıyla; mevcut koşulların iyileştirilmesiyle -kapitalizm içinde mümkün olduğu ölçüde- ilgilenmelidir.

Ama sıradan muhafazakâr sendikalar kapitalizm ve onunla bağlantılı her şeyi savunuyor. Senin bir işçi olduğun, bir işçi olarak kalacağın ve her şeyin olduğu gibi kalması gerektiğini kabul ediyor. Sendikanın yapabileceği tek şeyin biraz daha iyi ücretler almana, çalışma saatlerini kısaltmana ve çalıştığın koşulları iyileştirmene yardımcı olmak olduğunu iddia ediyor. Patronu bir iş ortağı olarak görüyor ve onunla sözleşmeler yapıyor. Ortaklardan biri -patron- neden bu tür bir sözleşmeden zengin olur, öteki ortak -işçi- ise her zaman fakir kalıp daha fazla emek verir ve ücretli bir köle olarak ölür? Herhangi bir şekilde eşit bir ortaklık gibi görünmüyor. Düzmece bir oyuna benziyor, değil mi?

Öyle. Bir tarafın kestanelerin tamamını ateşten çektiği ama bütün kestanelerin diğer tarafa kaldığı bir oyun. Bu hiç de eşit olmayan bir ortaklık ve işçilerin tüm grevleri, kapitalist ortağın büyük yığınından birkaç tane kestane vermesi için ona yalvarmak veya onu zorlamaktır. Tüm bunlar, işçi birkaç ekstra kestane almayı başardığında bile topu topu bir dolandırıcılıktır.

Yine de sana haysiyetinden, ’emeğin haysiyetinden’ bahsediyorlar. Daha büyük bir hakaret düşünebiliyor musun? Hayatın boyunca efendilere köle oluyorsun, onlara hizmet ediyorsun, onları rahat ve lüks içinde tutuyorsun, sana hâkim olmalarına izin veriyorsun. Sana bıyık altından gülüyorlar ve aptallığından dolayı seni hor görüyorlar, sonra da seninle senin ‘saygınlığın’ hakkında konuşuyorlar!

Kürsü ve platformda, okulda ve konferans salonunda, her sendika yöneticisi ve politikacı, her sömürücü ve düzenbaz, kendisi her zaman rahatça arkanda otururken ’emeğin haysiyetini’ yüceltir. Seni nasıl aptal yerine koyduklarını görmüyor musun?

Sendika bu konuda ne yapıyor? Sendika yöneticileri sana ödettikleri yüksek bedel için ne yapıyor? Seni ‘örgütlemekle’ meşguller, ne kadar iyi bir insan olduğunu söylemekle meşguller. Sendikanın ne kadar büyük ve güçlü olduğunu, yetkililerinin senin için ne kadar emek verdiklerini söylemekle meşguller. Ama ne yapıyorlar? Zamanları ufak tefek usül meseleleriyle, hizip çatışmalarıyla, yargı sorunlarıyla, kurul üyesi seçimleriyle, konferanslarla ve toplantılarla geçiyor. Elbette hepsini ödüyorsun ve bu yüzden yetkililerin her zaman büyük bir sendika hazinesine sahip ama sen bundan ne elde ediyorsun? Sen fabrikada ya da bir değirmende çalışıyorsun ve aidatlarını ödüyorsun, sendika yöneticin senin ne kadar sıkı çalıştığından ve nasıl yaşadığından “etkilenmekle” meşgul. Eğer dikkatleri şikayetlerine veya ihtiyaçlarına çekmek istiyorsan büyük bir kavga çıkarmak zorundasın.

Grev sorunu ele alındığında -daha önce de bahsettiğim gibi- yöneticilerin genel olarak buna karşı çıktıklarını fark edeceksin çünkü onlar da patron ve hükümdarı severler, kavgaya dahil olan rahatsızlıklar yerine ‘barış ve sessizlik’ isterler. Sendika yöneticileri, yapabildikleri her an seni grev yapmaktan caydıracak, hatta bazen grevleri doğrudan engelleyecek ve yasaklayacaktır. Onların rızası olmadan greve gidersen örgütünü yasadışı ilan edeceklerdir. Ancak baskı direnemeyecek kadar güçlüyse grevi nezaketle ‘tanıyacaklardır’. Bir düşünsene: Çok çalışıyorsun ve yetersiz kazancınla, sana hizmet etmesi gereken sendika yetkililerini destekliyorsun ancak durumunu iyileştirmek için onlardan izin alman gerekiyor! Bunun nedeni, devleti hizmetkarın yerine efendin yaptığın gibi onları örgütünün patronları yapman veya vergilerinle maaşını ödediğin polise emir vermek yerine onun sana emir vermesine izin vermendir.

Greve çıktığında (ve diğer zamanlarda da) yasanın ve devletin tüm mekanizmasının her zaman patronun yanında olmasının nasıl mümkün olduğunu kendine hiç sordun mu? Neden grevciler binlerce ve patron sadece bir iken, işçiler ve patron yasa önünde eşit haklara sahip vatandaşlar olması gerekirken devlet patrona hizmet eder? Mahkemelere ‘kendi’ işine ‘müdahale etmene’ karşı tedbir kararı çıkarttırabilir, polise seni grev hattından uzaklaştırtabilir, seni tutuklatabilir ve hapse attırabilir. Hiçbir belediye başkanı, polis şefi veya valinin bir grevde çıkarlarınızı korumak için polise veya milislere emir verdiğini duydun mu? İlginç, değil mi? Yine patron, grevini kırmak için polis koruması altında çok sayıda grev kırıcı tutabilir çünkü uzun süredir çalışıyorsun ve her zaman yerini almaya hazır bir işsizler ordusu var. Genelde sendika yöneticileri doğru şekilde örgütlenmene izin vermediği için grevini kaybedersin.

Örneğin bir New York gökdelenindeki duvarcıların aletlerini bıraktığını ancak aynı işte çalışan marangozların ve demir işçilerinin işte kaldığını gördüm. Sendikaları grevin onları ilgilendirmediğini çünkü başka bir sektöre ait olduklarını söyledi. Ya da grevcilere katılamazlardı çünkü bu, örgütlerinin patronla yapmış olduğu sözleşmeyi bozacaktı. 50 tanesi, sendikalı kardeşlerinin grev yaptığı binada çalışmaya devam ettiler. Yani aslında duvarcıların grevini kırarak efendilerine yardımcı oluyorlardı. Çünkü onlar başka bir zanaata, farklı bir sektöre aitti! Sanki emeğin sermayeye karşı mücadelesi, tüm işçi sınıfının ortak davası değil de bir zanaat meselesiydi!

Başka bir örnek: Pennsylvania’daki kömür madencileri grevdeydi ve Virginia’nın kömür madencileri grev yapanlara para konusunda yardım etmek için vergilendirilmişti. Virginia madencileri ‘sözleşmeye bağlı’ oldukları için çalışmaya devam ettiler. Kömür madenciliği yapmaya devam ettiler, böylece kömür patronları piyasaya kömür arz edebilecek ve Pennsylvania madencilerinin greviyle hiçbir şey kaybetmeyeceklerdi. Bu patronlar grevi kömürün fiyatını yükseltmek için bir bahane haline getirerek kazanç bile elde ettiler. Neden Pennsylvania madencilerinin, kendi madenci arkadaşları grev kırıcılık yaptığı için, grevi kaybettiklerini merak ediyor musun? Eğer işçiler zanaat veya sektörle değil de sanayilerle örgütlenselerdi, tüm sanayi -ve gerekirse tüm işçi sınıfı- tek bir kişi gibi grev yapabilseydi herhangi bir grev kaybedilir miydi?

Bu konuya döneceğiz. Şu anda sana, sendika yetkililerinin kapitalizmle etkin bir şekilde savaşmak için uygun olmadığını vurgulamak istiyorum. Başarılı bir şekilde grev yapmak için bile uygun değiller. Durumunu maddi olarak bile iyileştiremezler.

Sadece işçileri farklı ve çoğu zaman muhalif örgütlere ayırmaya hizmet ederler, onları kapitalizmin iyi olduğuna inanmaları için eğitirler; inisiyatiflerini ve sınıfsal farkındalıkla düşünme ve hareket etme yeteneklerini felç ederler. Bu nedenle sendika yöneticileri ve muhafazakâr sendikalar mevcut kurumların en güçlü siperleridir. Bunlar kapitalizmin ve devletin bel kemiği, ‘yasa ve düzen’in en büyük destekleyicileridir ve ücretli kölelikten kurtulamamanın nedenidir.

“Ama sendika yetkililerimizi kendimiz seçiyoruz.” diye itiraz ediyorsun, “Mevcut olanlar iyi değilse, başkalarını seçebiliriz.”
Elbette yeni liderler seçebilirsin ama sendikan aynı derecede aptalca olduğu sürece, şu veya bu adamın yönetici olması fark eder mi? Gompers veya Green, Fransa’da Jouhaux veya İngiltere’den Thomas, sendikan aynı fikirler ve yanlış yöntemlere aptalca yapışır, kapitalizme inanır ve ‘çıkarların özdeşliğini’ destekler. Zanaat örgütlenmesiyle işçileri böler ve güçlerini azaltır, patronla ortaklığı sağlar ve onlarla bir olup işçileri yaralayan sözleşmeler yapar, diğer birçok yolla da esaretinin rejimini destekler.

“O zaman sendika iyi değil mi?” diye soruyorsun.

Sendikada güç vardır ancak sendika gerçek bir sendika, gerçek bir emek örgütü olmak zorundadır. Çünkü her yerde işçiler -ne iş yaparlarsa yapsınlar veya hangi zanaata ait olurlarsa olsunlar- aynı çıkarlara sahiptir. Böyle bir sendika, tüm dünyada emeğin karşılıklı çıkarlarına ve dayanışmasına dayanacaktır. Tüm zenginliğin yaratıcısı olarak muazzam gücünün bilincinde olacaktır.

“Güç!” dememe itiraz ediyorsun. “Köle olduğumuzu söyledin! Köleler hangi güce sahip olabilir?”
Öyleyse bir bakalım.

Çev.Burak Aktaş