Anarşizm Nedir? (8.2): Adalet – Alexander Berkman

  Alexander Berkman

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 8. bölümünün ikinci kısmını sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere buradan ulaşabilirsiniz.

BÖLÜM 8.2: ADALET

Bu mücadele üzerine pek çok kitap yazıldı, bu yüzden detaylara girmeme gerek kalmadı. Ancak bu olayların kısa bir özeti okuyucunun hafızasını tazeleyecektir.

Günde sekiz saat hareketi 1 Mayıs 1886’da Chicago’da başladı ve yavaş yavaş ülke geneline yayıldı. Başlangıcı, büyük sanayi merkezlerinin çoğunda ilan edilen grevlerle oldu. Yirmi beş bin işçi grevin ilk gününde Chicago’da işlerini bıraktı ve iki gün içinde sayıları ikiye katlandı. 4 Mayıs’ta kentteki sendikalı işçilerin neredeyse tümü greve dahil oldu.

Yasanın silahlı yumruğu derhal patronların yardımına koştu. Kapitalist basın grevcilere şiddetle karşı çıktı ve onlara karşı silah kullanılması çağrısında bulundu. Grevlerin hemen ardından polisin saldırıları gerçekleşti. En acımasız saldırı McCormick fabrikasında gerçekleşti, burada çalışma koşulları o kadar dayanılmazdı ki işçiler Şubat ayında greve gitmek zorunda kaldılar. Burada polis ve Pinkertonlar, toplanan işçilere kasıtlı olarak yaylım ateşi açtı, dördünü öldürdü ve çok sayıda işçiyi yaraladı.

Saldırılara karşı 4 Mayıs 1886’da Haymarket Meydanı’na eylem çağrısı yapıldı.

O eylem, Chicago’da her gün gerçekleşen sıradan eylemlerden biriydi. Şehrin Belediye Başkanı Carter Harrison oradaydı; Birkaç konuşmayı dinledi ve sonra -mahkemede verdiği yeminli ifadesine göre- eylemin sorunsuz geçtiğini Emniyet Müdürü’ne bildirmek için Emniyet Müdürlüğü’ne geri döndü. Geç oluyordu; akşam saat on civarıydı. Ağır bulutlar gökyüzünü kaplıyor, yağmur yağacak gibi görünüyordu. Sadece iki yüz kişi kalana kadar eylemciler dağıldı. Sonra aniden Polis Müfettişi Bonfield komutasındaki yüz polislik bir ekip olay yerine koştu. Samuel Fielden’in eylemcilerin arta kalanına hitap ettiği arabayı durdurdular. Müfettiş, eylemin dağılmasını emretti. Fielden cevapladı: “Bu barışçıl bir eylem.” Polis -daha fazla uyarı yapmadan- sopalarla acımasızca insanlara saldırdı. O anda havada bir şey vızıldadı. Bomba gibi bir patlama oldu. Yedi polis öldü ve yaklaşık altmış kişi yaralandı.

Bombayı kimin attığı bugüne dek hala tespit edilemedi.

Polis ve Pinkertonlar grevcilere karşı o kadar gaddarlaşmıştı ki birisinin karşı çıkışını böyle bir eylemle ifade etmesi şaşırtıcı değildi. O kimdi? Chicago’nun sanayi patronları bu ayrıntıyla ilgilenmiyorlardı. Asi emeği ezmekte, günde sekiz saat hareketini durdurmakta ve işçilerin sözcülerinin sesini bastırmakta kararlıydılar. “İşçilere dersini verme” kararlılıklarını ilan ettiler.

O dönemde işçi hareketinin en zeki, aktif ve öne çıkanları arasında, ataları Amerikan Devrimi’nde savaşan eski bir Amerikan soyundan gelen Albert Parsons vardı. August Spies, Adolf Fischer, George Engel ve Louis Lingg günde sekiz saat çalışma için ajitasyonda onunlaydılar. Chicago’nun ve Illinois Eyaleti’nin parasal çıkarları onları “almaya” karar verdi. Amaçları, en sadık ve bilinenlerini öldürerek emeği cezalandırmak ve terörize etmekti. Bu insanların yargılanması, emeğe karşı sermayenin Amerika tarihindeki en dehşetli komplosuydu. Sahte delil, rüşvet verilen jüri üyeleri ve polisin intikamı bir araya gelerek sonlarını getirdi.

Parsons, Spies, Fischer, Engel ve Lingg ölüme mahkum edildi, Lingg hapishanede intihar etti. Samuel Fielden ve Michael Schwab ömür boyu hapse mahkum edilirken Oscar Neebe 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. “Chicago Anarşistleri” olarak bilinen bu insanların yargılanmasından daha büyük bir adalet suçu asla görülmedi.

Daha sonra Illinois Valisi olan John P. Altgeld duruşma işlemlerini dikkatlice gözden geçirdi. İdam edilen ve hapsedilen insanların sanayicilerin, polisin ve mahkemelerin komplosunun kurbanı olduğunu ilan etmesi, kararın ne kadar büyük bir yasal rezalet olduğunu gösterdi. O yargının cinayetlerini geri alamadı ama hâlâ tutuklu olan anarşistleri, gücünün yettiği ölçüde -cesurca- özgürleştirdi.

Sömürücülerin intikamı o kadar ileri gitti ki cesur tavrı nedeniyle Altgeld’i Amerika’nın siyasi yaşamından çıkararak cezalandırdılar.

Haymarket trajedisi emeğin efendilerden bekleyebileceği “adaletin” çarpıcı bir örneğidir. Bu, sınıf karakterinin, sermayenin ve devletin işçileri ezmek için başvuracağı araçların bir göstergesidir.

Amerikan işçi hareketinin tarihi bu tür örneklerle doludur. Bunların hepsini gözden geçirmek bu kitabın kapsamında değildir. Okuyucuyu Amerikan proletaryasının Golgota’yla (İncil‘deki anlatımlara göre Kudüs surlarının hemen dışında yer alan ve İsa’nın çarmıha gerildiği tepe) daha yakından tanışması için yönlendirdiğim sayısız kitap ve yayında ele alınmaktadır. Chicago yargı cinayetleri her emek mücadelesinde daha küçük ölçekte tekrarlanıyor. Colorado Eyaleti’nde Eyalet Milisleri’nin kasıtlı olarak işçilerin -birçok erkek, kadın ve çocuğun kaldığı- çadırlarına ateş açtığı 1913 yazında; Kaliforniya, Wheatland’ın tarlalarında grevcilerin öldürülmesinde; 1916’da Everett, Washington’da; Tulsa, Oklahoma’da; Virginia ve Kansas’ta; Montana’daki bakır madenlerinde ve ülkenin birçok yerindeki cinayetlerde tekrarlanıyor.

Efendilerin nefretini ve dehşetini hiçbir şey kurbanlarının gerçeğin farkına vardırılma çabası kadar uyandırmaz. Bu, kölelik ve serflik zamanlarında olduğu gibi bugün de doğrudur. Kilisenin, onu eleştirenlere nasıl zulmettiğini, öldürdüğünü, otoritesine ve nüfuzuna bir tehdit olarak gördüğü bilimin her ilerleyişiyle nasıl savaştığını gördük. Benzer şekilde her despot her zaman isyanın sesini bastırmaya çalıştı. Sermaye ve devlet, güçlerinin ve çıkarlarının temellerini sarsmaya cesaret eden herkesin peşine -aynı ruhla- öfkeyle düştü ve onları parçalara ayırdı.

Otorite ve mülkiyetin bu hiç değişmeyen tutumunun örnekleri olarak son iki vakayı ele alalım: Mooney-Billings vakası, Sacco ve Vanzetti vakası. Biri Doğu’da, diğeri Batı’da, ikisi birbirinden on yıl ve kıtanın tüm genişliği kadar uzaktaydı. Yine de tam olarak aynılardı, bu da efendilerin kölelerine muamelesinde Doğu, Batı ya da herhangi bir zaman ve yer farkı olmadığını kanıtlıyordu.

Mooney ve Billings Kaliforniya’da ömür boyu hapiste. Neden? Sadece birkaç kelimeyle cevap verecek olsaydım, mükemmel bir gerçek ve bütünlükle şunu söylerdim: Çünkü onlar, işçileri gerçeğin farkına vardırmaya ve koşullarını iyileştirmeye çalışan zeki sendikacılardı.

Onları mahkum eden başka bir sebep yoktu, sebep sadece buydu. Kaliforniya’nın para gücü San Francisco Ticaret Odası, bu kadar enerjik ve militan iki insanın faaliyetlerine tahammül edemedi. San Francisco’daki emek huzursuz hale geliyordu, grevler yapılıyordu ve emekçiler ürettikleri servetten daha büyük bir pay alma taleplerini dile getiriyordu.

Kıyıdaki sanayi kodamanları, örgütlü emeğe savaş ilan etti. “Açık dükkan”ı ve sendikaları parçalamakta kararlıydılar. Bu, işçileri çaresiz bir duruma sokmanın ve ardından ücretlerin düşürülmesinin ilk adımıydı. Nefretleri ve zulümleri her şeyden önce emek hareketinin en aktiflerine yönelikti.

Tom Mooney, araba şirketinin onu affedemeyeceği bir suç işlemiş, San Francisco’daki arabacıları örgütlemişti. Mooney, Warren Billings ve diğer işçilerle birlikte bir dizi grevde de aktif rol almıştı. Sendika davasına olan bağlılıklarıyla biliniyor ve takdir ediliyorlardı. Bu, işverenlerin ve San Francisco Ticaret Odası’nın onları yoldan çekmeye çalışması için yeterliydi. Birkaç kez, otomobil şirketileri ve diğer şirketler tarafından komplo suçlamalarıyla tutuklanmışlardı. Ancak onlara karşı açılan davalar o kadar dayanaksızdı ki mecburen reddediliyordu. Ticaret Odası -tuttukları insanların açıkça yapmakla tehdit ettiği gibi- bu iki işçiyi ‘alma’ fırsatını bekledi.

Fırsat, 22 Temmuz 1916’da San Francisco’daki Hazırlık Geçit Töreni sırasındaki patlamayla geldi. Şehrin işçi sendikaları, geçit törenine katılmamaya karar vermişlerdi, çünkü sonradan anlaşıldığı üzere Kaliforniya sermayesinin örgütlü emeğe karşı bir güç gösterisiydi.

Geçit töreni sırasında patlayan cehennem makinesini kimin yerleştirdiği hiçbir zaman tespit edilemedi çünkü San Francisco polisi sorumlu taraf veya tarafları bulmak için hiçbir zaman ciddi bir çaba göstermedi. Trajik olayın hemen ardından Thomas Mooney ve eşi Rena, makinist sendikası üyesi Warren Billings, Edward D. Nolan ve jitney(paylaşımlı taksi) şoförleri sendikasından I. Weinberg tutuklandı.

Billings ve Mooney’in davası, Amerikan mahkemeleri tarihindeki en kötü skandallardan biriydi.

Devletin tanıkları yalancı şahitlerdi, polis tarafından sahte ifade vermeleri için rüşvet verildi, tehdit edildiler. Mooney ve Billings’in masumiyetini gösteren tüm kanıtlar göz ardı edildi. Mooney, patlama yerinden yaklaşık bir buçuk mil uzakta bir evin çatısına arkadaşlarıyla birlikte olduğu sırada korkunç makineyi yerleştirmekle suçlandı. Geçit töreni sırasında bir film şirketi tarafından yapılan gösterinin fotoğrafı, çatıda Mooney’yi açıkça gösteriyordu ve arka planda 14:02’yi gösteren bir sokak saati vardı. Patlama ise 14:06’da meydana gelmişti. Mooney’nin fiziksel olarak aynı anda iki yerde birden olması imkansızdı.

Ama bu bir kanıt, suçluluk ya da masumiyet meselesi değildi. Tom Mooney, San Francisco’nun sahip olduğu çıkarlardan şiddetle nefret ediyordu. Yoldan çekilmesi gerekiyordu. Mooney ve Billings mahkum edildi; ilki ölüm cezasına, ikincisi ise ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Duruşmanın çirkin bir şekilde yürütülmesi, devlet tanıklarının açık yalancı şahitliği ve sanayicilerin savcıları açıkça ellerinde tutması tüm ülkeyi uyandırdı. Mesele nihayetinde Kongre’de gündeme geldi. Sonrasında Çalışma Bakanlığı’na davayı soruşturma emrini veren bir karar alındı. Bu amaçla San Francisco’ya gönderilen Komiser John B. Densmore’un raporu, Kaliforniya’daki örgütlü emeği yok etmek için Ticaret Odası’nın yöntemlerinden biri olan Mooney’i asma komplosunu ortaya çıkardı.

O zamandan beri, kendilerine söz verilen rüşveti alamayan Eyalet tanıklarının çoğu, o zaman San Francisco Bölge Savcısı ve Ticaret Odası’nın açıktan kuklası olan Charles M. Fickert’in kışkırtmasıyla yalan söylediklerini itiraf etti. Şehrin polis memurları Draper Hand ve RW Smith, Mooney ve Billings aleyhindeki delillerin baştan sona Bölge Savcısı ve onun rüşvet verilmiş -toplumun en yoksul kesimlerinden seçilmiş- tanıkları tarafından üretildiğini yeminli beyanlarla açıkladılar.

Mooney-Billings davası ulusal, hatta uluslararası ilgi gördü. Başkan Wilson, davanın tekrar görülmesini isteyerek Kaliforniya Valisi’ne iki kez telgraf çekmek zorunda kaldı. Mooney’nin ölüm cezası ömür boyu hapis cezasına çevrildi, ancak yeni bir duruşma için hiçbir çaba sarf edilmedi. Kaliforniya’nın para gücü Mooney ve Billings’i hapishanede tutmaya meyilliydi. Ticaret Odası’na itaat eden Eyalet Yüksek Mahkemesi, duruşma ifadesini gözden geçirmeyi teknik gerekçelerle kararlı bir şekilde reddetti.

O zamandan beri hayatta kalan tüm jüri üyeleri, duruşma sırasında davanın gerçeklerini bilselerdi Mooney’yi asla mahkum etmeyeceklerini söylediler. Duruşmaya başkanlık eden Yargıç Fraser bile benzer gerekçelerle Mooney’nin affını istedi.

Yine de hem Tom Mooney hem de Warren Billings hala hapishanede. Kaliforniya Ticaret Odası onları orada tutmaya kararlı, Ticaret Odası’nın yetkileri mahkemeler ve devletin üzerindedir.

Hala adaletten bahsedebilir misin? Kapitalizmin hükümdarlığı altında emek için adaletin mümkün olduğunu düşünüyor musun?

Chicago Anarşistleri’nin adli cinayetleri yıllar önce, 1887’de gerçekleşti. Mooney-Billings davasından bu yana da (1916-1917) önemli bir zaman geçti. Ayrıca Pasifik Kıyısı’nda, savaş histerisi zamanında çok uzakta gerçekleşti. “Bu seviyede bir adaletsizlik ancak o günlerde olabilirdi. diyebilirsin, “Bugün neredeyse hiç tekrarlanamaz. da diyebilirsin.

Öyleyse sahneyi günümüze, Amerika’nın tam kalbine, kültürün gururlu merkezine; Boston, Massachusetts’e kaydıralım.

Biri fakir bir ayakkabıcı diğeri ise balık satıcısı olan, dünyanın her uygar ülkesinde isimleri anılan ve onurlandırılan iki proleteri, Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti’yi hatırlamak için Boston’dan bahsetmek yeterlidir.

Özgürleşmiş ve kurtulmuş bir işçi sınıfı idealine bağlılıkları nedeniyle, insanlığa bağlılıkları nedeniyle hayatlarından vazgeçen -eğer öyle bir şey varsa insanlık şehitleri- iki adam. Yedi uzun yıl boyunca cesurca işkencelere dayanan ve -tüm zamanların en büyük şehitlerinin nadiren hissedebileceği bir iç huzurla -korkunç bir şekilde- ölen iki masum adam.

Devlet var olduğu sürece unutulmayacak ve affedilmeyecek olan Massachusetts suçu, onurlu iki kişinin yargı yoluyla öldürülmesinin öyküsü, herkesin hafızasında burada özetlemeye ihtiyaç duyulmayacak kadar çok taze.

Ama Sacco ve Vanzetti neden ölmek zorunda kaldı? Bu soru son derece önemlidir; doğrudan bahsettiğimiz konulara dayanır.

Sacco ve Vanzetti sadece bir çift suçlu olsaydı, tüm dünyanın isteği, dayanışması ve eylemleri karşısında savcılığın onları infaz etmek için böylesine acımasız bir kararlılıkta olacağını düşünüyor musun?

Ya da onlar plütokrat olsaydı, başka hiçbir mesele olmaksızın, gerçekten cinayetten suçlu olsalardı, idam edilecekler miydi? Devletin yüksek mahkemelerinde temyize izin verilmez miydi? Federal Yüksek Mahkeme davayı incelemeyi reddeder miydi?

Zengin birinin bir insanı öldürdüğünü ya da zengin ebeveynlerin birinci dereceden cinayetten suçlu bulunan oğullarını sık sık duymuşsundur. Ama Amerika Birleşik Devletleri’nde idam edilmiş bir tanesinin adını söyleyebilir misin? Birçoğunu hapishanede bulabilir misin? Yasa, suçtan hüküm giymiş zenginlerin davalarında her zaman ‘zihinsel bunalım’, ‘akıl şaşması’, ‘yasal sorumsuzluk’ bahanelerini bulmaz mı?

Ama Sacco ve Vanzetti ölüme mahkum edilmiş sıradan suçlular olsaydı, toplumun neredeyse her kesiminden gelen temyiz başvuruları, yüzbinlerce arkadaş ve sempatizan onlara merhamet edilmesini sağlamaz mıydı? En yüksek yasal otoriteler tarafından ifade edilen suçlarından şüphe duyulması, yeni bir yargılama, eski ifadenin revizyonu ve onlar adına yeni delillerin değerlendirilmesiyle sonuçlanmaz mıydı?

Sacco ve Vanzetti için bütün bunlar neden reddedildi? Yerel polis ve federal dedektiflerden başlayarak -kendilerinin de kabul ettiği şekilde- önyargılı yargıçlar, Eyalet Yüksek Mahkemesi, Vali ve Federal Yüksek Mahkeme ile biten ‘yasa ve düzen’ neden onları elektrikli sandalyeye göndermek için böyle bir kararlılık gösterdi?

Çünkü Sacco ve Vanzetti, sermayenin çıkarları için tehlikeliydi. Onlar, işçilerin kölelik durumlarından duydukları memnuniyetsizliği dile getirdiler. İşçilerin çoğunlukla farkında olmadan hissettiklerini açıkça dillendirdiler. Kapitalizmin güvenliği için, sınıfsal farkındalığa sahip anarşistler olarak, sınıf mücadelesinin gerçek amaçlarının farkında olmayan bütün bir grev ordusundan daha büyük bir tehdit oluşturuyorlardı. Efendiler, o ordu grev yaptığında yalnızca daha yüksek ücret veya daha kısa çalışma saatleri talep edildiğini bilir. Ancak emeğin sermayeye karşı mücadelesi çok daha ciddi bir konudur; ücret sisteminin tamamen ortadan kaldırılması ve emeğin sermayenin egemenliğinden kurtarılması anlamına gelir. O zaman efendilerin, Sacco ve Vanzetti gibi insanlarda, neden kapitalizmdeki koşulların iyileştirilmesi için yapılan en büyük grevden daha büyük bir tehlike gördüklerini kolayca anlayabilirsin.

Sacco ve Vanzetti kapitalizmin ve devletin tüm yapısını tehdit etti. Birey olarak bu iki fakir proleter olarak tehdit etmediler. Hayır; daha ziyade bu iki işçi temsil ettikleri şey -mevcut sömürü ve baskı koşullarına karşı bilinçli isyan ruhu- olarak tehdit ettiler.

O,sermaye ve devletin bu insanlarda öldürmek istedikleri ruhtu. Sacco ve Vanzetti gibi düşünen ve hisseden herkesin kalbine korku salarak bu ruhu ve emeğin özgürleşmesi için olan hareketi öldürmekti asıl amaç; işçileri sindirmek ve onları emek hareketinden uzak tutup bu iki işçiden bir örnek yaratmaktı.

Bu, mahkemelerin de Massachusetts Eyaleti’nin de Sacco ve Vanzetti’ye yeni bir duruşma hakkı vermemesinin nedenidir. Kamuoyunda uyandırılan bir adalet duygusu ortamında beraat etmeleri tehlikesi vardı; onları öldürme planının açığa çıkması korkusu vardı. Bu nedenle, Federal Yüksek Mahkeme Yargıçları -tıpkı Massachusetts Eyaleti Yüksek Mahkemesi yargıçlarının önemli yeni delillere rağmen yeni bir duruşmayı reddetmesi gibi- davayı dinlemeyi reddetti. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri Başkanı da -yasal görevinin gerektirdiğinden daha az ahlaki olmasa da- konuya müdahale etmedi. Ahlaki göreviydi çünkü o herkese -Sacco ve Vanzetti’nin yararlanamadığı- adil yargılamayı garanti eden Anayasa’yı desteklemeye yemin etmişti.

Başkan Coolidge adalet adına müdahale etmek için özellikle Mooney davasındaki Woodrow Wilson gibi yeterli örneklere sahipti. Ancak Coolidge ‘büyük çıkarlar’a tamamen boyun eğdiği için bunu yapacak cesareti yoktu. Hiç şüphe yok ki Sacco ve Vanzetti vakası Mooney’den daha büyük bir ilgiye ve sınıfsal öneme sahipti. Hem sermaye hem de devlet -ne pahasına olursa olsun- Massachusetts mahkemelerini koruma, Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti’yi feda etme kararlılığında hemfikirdi.

Efendiler, ‘mahkemelerde adalet’ efsanesini sürdürmekte kararlıydılar çünkü tüm güçleri böyle bir adalete olan halk inancına dayanıyordu. Yargıçlar için yanılmazlık iddia edilmiyordu. Eğer tutum bu olsaydı, bir yargıcın kararına itiraz olmazdı ne istinaf mahkemeleri ne de yüksek mahkemeler olurdu. Adaletin yanılma payı kabul edilmişti. Ancak mahkemeler ve tüm devlet kurumlarının sadece emek kölelerinin üzerindeki efendilerin üstünlüğünü desteklediği ve onların adaletinin bir sınıf adaleti olduğu, bir an için bile olsa kabul edilemezdi. Çünkü insanlar bunu öğrenirse kapitalizm ve devlet mahvolurdu. İşte tam da bu nedenle Sacco ve Vanzetti davasındaki delillerin tarafsız bir şekilde incelenmesine izin verilemezdi, onlara yeni bir dava açılamazdı. Çünkü böyle bir işlem, kovuşturmalarının nedenlerini ve amaçlarını açığa çıkarırdı.

Bu nedenle herhangi bir temyiz ya da yeni duruşma yoktu. Yalnızca baskın sınıfa bağlılıkları şüphesiz olan insanlar tarafından Vali Konağı’ndaki kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen bir yıldız odası oturumu (politik ve toplumsal güçlerin keyfi kullanımının olduğu durum, Lat. Camera Stellata) vardı. Bu insanlar aldıkları eğitimle, gelenekleri ve çıkarlarıyla mahkemelerin devamlılığını sağlamak zorundaydılar. Sacco ve Vanzetti’nin sınıf adaletinin kararlarına uymaları gerektiği konusunda nettiler. Bu sebeple Sacco ve Vanzetti ölmeliydi.

Massachusetts Valisi Fuller, yok oluşlarının son sözünü söyledi. Vali’nin bu soğukkanlı cinayeti işlemekten çekineceğini -son ana kadar- ümit eden binlerce kişi vardı. Ancak yıllar önce, 1919’da, aynı Fuller’ın Kongre’de “Her radikal, sosyalist, IWW üyesi veya anarşistin yok edilmesi gerekir!” dediğini bilmiyorlardı veya unutmuşlardı; yani özgür emeğin peşinde olanlar öldürülmeliydi. Böyle bir adamın iki anarşiste, Sacco ve Vanzetti’ye adil davranmasını bekleyebilir misiniz?

Vali Fuller, egemen sınıfın bir üyesi olarak, tamamen sınıfının tavrı ve çıkarları doğrultusunda, kendi duygularına göre hareket etti. Yargıç Thayer ve savcılığa dahil olan herkes gibi, Fuller tarafından gizli oturumda davayı ‘incelemek’ için atanan Komisyon’un ‘saygın beyleri’ de benzer biçimde hareket etti. Hepsi sınıf bilincine sahipti; yaşadıkları ve kâr ettikleri ‘yasa ve düzeni’ korumak için sadece kapitalist ‘adaleti’ sürdürmekle ilgileniyorlardı.

Kapitalizm ve devlet düzeninde emek için adalet var mı? Mevcut sistem var olduğu sürece böyle bir şey olabilir mi? Kendin karar ver.

Bahsettiğim davalar, Amerikan emeğinin sermayeye karşı sayısız mücadelesinden sadece birkaçı. Aynı şey her ülkede var. Bu, açıkça gösteriyor ki:

  1. Sermayenin emeğe karşı savaşında yalnızca sermaye sınıfınınadaleti vardır; kapitalizmde emek için adalet olamaz.
  2. Yasa ve devletin yanı sıra diğer tüm kapitalist kurumlar (basın, okul, kilise, polis ve mahkemeler) -herhangi bir davanın esası ne olursa olsun- emeğe karşı daima sermayenin hizmetindedir. Sermaye ve devlet tek bir ortak çıkarı olan ikizlerdir.
  3. Sermaye ve devlet, proletaryaya boyun eğdirmek için her yolu kullanacaktır; işçi sınıfını terörize edecek, en zeki ve sadık üyelerini acımasızca öldürecektir.

Aksi olamaz çünkü sermaye ile emek arasında bir ölüm kalım mücadelesi vardır.

Bu sermaye ve onun hizmetkarı olan yasa, Chicago Anarşistleri gibi insanları her asışlarında veya Sacco ve Vanzettileri elektrikle her öldürüşlerinde “toplumu bir tehditten kurtardıklarını” ilan ediyorlar. İnfaz edilenlerin senin düşmanların, toplumun düşmanları olduğuna inanmanı istiyorlar. Ayrıca ölümlerinin meseleyi çözdüğüne, kapitalist adaletin haklı çıktığına, “yasa ve düzenin” zafer kazandığına inanmanı istiyorlar. Ancak mesele çözülmedi ve efendilerin zaferi sadece geçicidir.

Mücadele, insanlık tarihi boyunca devam ettiği gibi, emek ve özgürlük yürüyüşü boyunca da devam etmektedir. Doğru çözülmedikçe bu mesele çözülmez. Devletler terör ve cinayete ne kadar çok başvurursa başvursun, insan kalbinin özgürlük ve refah için duyduğu doğal özlemi bastıramaz. Daha iyi koşullar için emekçinin talebini engelleyemez. Yasa, devlet ve sermayenin yapabileceği her şeye rağmen mücadele sürüyor ve sürecek.

Ancak işçiler, enerjilerini ve çabalarını yanlış yönde harcamayabilirler. Mahkemeler, yasa ve devletten adalet ummanın, efendilerinin ücretli köleliği kaldıracağını ummaktan farkının olmadığını anlamalılar.

“O zaman ne yapmalı?” soruyorsun. “İşçiler adaleti nasıl sağlayacak?”

Çev. Burak Aktaş