Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 16. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.
BÖLÜM: 15 ŞUBAT VE EKİM ARASINDA
New York, Madison Square Garden’da Çar’ın tahttan indirilmesini kutlamak için düzenlenen çok büyük bir toplantıya katıldığımı hatırlıyorum. Büyük salon, yirmi bin kişiyle en yüksek coşkuya uyacak şekilde kalabalıktı. Konuşmacı “Rusya özgürdür!” diye başladı. Bildiriyi bir alkış, haykırış ve bağırış kasırgası karşıladı. Bu durum tekrar tekrar patlak vererek dakikalarca sürdü. Seyirci sessizleşip konuşmacı devam etmek üzereyken kalabalıktan bir ses geldi:
“Ne için özgür?”
Cevap gelmedi. Konuşmacı konuşmasına devam etti.
Ruslar basit ve saf insanlardır. Hiçbir anayasal hakka sahip olmadıkları için siyasete ilgileri yoktu ve bu yüzden yozlaşmamışlardı. Kongre ve parlamento hakkında çok az şey biliyorlardı ve onları daha da az önemsiyorlardı.
“Ne için özgür?” olduğunu merak ettiler.
Onlara “Çar ve onun zulmünden özgürsün.” diye cevap verildi.
“Bu çok güzel.” diye düşündüler. Asker sordu: “Peki ya savaş?”. Köylü sordu: “Peki ya toprak?”. İşçi kıpırdandı: “Peki ya düzgün bir yaşam?” Görüyorsun dostum, Ruslar o kadar “eğitimsizdi” ki herhangi bir şeyden kurtulmayla tatmin olmamışlardı; bir şeyler yapabilmek için özgür olmak istiyorlardı, istedikleri şeyleri yapmak için özgür olmak istiyorlardı. Ve istedikleri şey yaşama, çalışma ve emeklerinin meyvelerinden yararlanma şansıydı. Yani toprağa erişmek istiyorlardı, böylece kendileri için yiyecek yetiştirebileceklerdi. Madenlere, dükkanlara ve fabrikalara erişmek istiyorlardı, böylece ihtiyaç duydukları şeyleri üretebileceklerdi. Ancak Geçici Hükümet altında, tıpkı Romanovlarda olduğu gibi, bu şeyler zenginlere aitti; “özel mülkiyet” olarak kaldılar.
Dediğim gibi sıradan bir Rus, siyaset hakkında hiçbir şey bilmiyordu ama kendisinin tam olarak ne istediğini biliyordu. İsteklerinin bilinmesini sağlamakta hiç zaman kaybetmedi ve onları elde etmekte kararlıydı. Askerler ve denizciler savaşı sona erdirme taleplerini Geçici Hükümet’e sunmak için kendi aralarından sözcülerini seçtiler. Temsilciler kendilerini Rusya’da Sovyet adı verilen asker konseyleri olarak örgütlediler. Köylüler ve şehir işçileri de aynısını yaptı. Bu şekilde ordunun ve donanmanın her bir dalı, her tarım ve sanayi bölgesi, hatta her fabrika kendi Sovyetlerini kurdu. Zamanla çeşitli Sovyetler, oturumlarını Petrograd’da düzenleyen “Rusya İşçi, Asker ve Köylü Temsilcileri Sovyeti”ni kurdu.
Sovyetler aracılığıyla halk artık taleplerini dile getirmeye başladı.
Milyukov’un önderliğindeki yeni liberal rejim -Geçici Hükümet- onları hiç dikkate almadı. İktidara geldiklerinde insanların ihtiyaç ve isteklerine kulak asmaları, tüm siyasi partilerin karakteristik özelliğidir. Geçici Hükümet bu açıdan Çarlık otokrasisinden farklı değildi. Zamanın ruhunu anlayamadı ve aptalca birkaç küçük reformun ülkeyi tatmin edeceğine inandı. Konuşmak ve tartışmakla, yeni yasa teklifleri sunmakla ve daha fazla yasa çıkarmakla meşgul oldu. Ama insanların istediği yasa değildi. Hükümet savaşı sürdürmekte ısrar ederken insanlar barış istiyordu. “Toprak ve ekmek!” diye bağırdılar ama ellerine sadece daha fazla yasa geçti.
Tarihin öğrettiği herhangi bir şey varsa o da bütün bir halkın iradesine meydan okuyamayacağınızdır. Bunu bir süreliğine bastırabilir, halk protestosunun gelgitini durdurabilirsiniz ancak halk, fırtına geldiğinde daha şiddetli bir şekilde öfkelenecektir. Sonra her engeli yıkacak, tüm muhalefeti silip süpürecek ve ivmesi onu asıl amacından daha da ileriye taşıyacaktır.
Her büyük çatışmanın, her devrimin hikayesi buydu.
Örneğin Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı hatırlayın. Büyük Britanya’ya karşı kolonilerin isyanı, George III Hükümeti tarafından talep edilen çay vergisini ödemeyi reddetmesiyle başladı. Kralın muhalefetiyle karşılaşan nispeten önemsiz -temsil olmaksızın vergilendirmeye- itiraz savaşla sonuçlandı ve Amerikan kolonilerinin İngiliz yönetiminden tamamen kurtarılmasıyla sonuçlandı. Böylece Birleşik Devletler Cumhuriyeti doğdu.
Fransız Devrimi de benzer şekilde küçük iyileştirmeler ve reformlar talebiyle başladı. 14. Louis, halkın sesine kulak vermeyi reddetmesi sonucu sadece tahtını değil kafasını da kaybetti ve Fransa’daki tüm feodal sistemin yıkılmasına neden oldu.
Çar II. Nicholas da birkaç önemsiz tavizin devrimi durduracağına inanıyordu. O da aptallığının bedelini tacı ve canıyla ödedi. Aynı kader Geçici Hükümeti de geride bıraktı. Bilge bir adam bu nedenle “Tarih tekerrür eder.” demişti. Her zaman aynı şeyleri yapan, devlettir.
Geçici Hükümet, çoğunlukla insanları anlamayan ve ihtiyaçlarından çok uzak olan muhafazakâr insanlardan oluşuyordu. Halk her şeyden önce barış istedi. Milyukov liderliğindeki ve daha sonra Kerenski yönetimindeki Geçici Hükümet genel mutsuzluk, ülkenin endüstriyel ve ekonomik hayatındaki ciddi çöküşe rağmen savaşı sürdürmekte kararlıydı. Devrimin yükselen dalgası kısa süre sonra Hükümet’i ortadan kaldıracaktı: İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti, meseleleri kendi eline almaya hazırlanıyordu.
Bu esnada halklar beklemedi. Cephedeki askerler zaten gereksiz ve yararsız katliam olarak gördükleri savaşı bırakmaya karar vermişlerdi. Yüz binlerce kişi savaş alanlarını terk edip çiftliklerine ve fabrikalarına dönüyordu. Orada devrimin gerçek amaçlarını uygulamaya koymaya başladılar. Onlara göre Devrim, basılı anayasalar ve kâğıt üstündeki haklar değil toprak ve atölye anlamına geliyordu. Haziran ve Ekim 1917 arasında -Geçici Hükümet “reformları” durmaksızın tartışmaya devam ederken- köylüler büyük toprak sahiplerinin mülklerine el koymaya başladılar ve işçiler sanayinin mülkiyetini aldılar.
Buna kapitalist sınıfı mülksüzleştirmek deniyordu. Yani efendileri, tekelleştirme hakları olmayan şeylerden; emekçi sınıflardan, halktan aldıkları şeylerden mahrum etmek.
Bu şekilde toprak toprak sahiplerinden; maden ve değirmenler “sahiplerinden”, depolar ise spekülatörlerden kamulaştırıldı ve hepsi mülksüzleştirildi. İşçiler ve çiftçiler, işçi sendikaları ve tarım örgütleri aracılığıyla her şeyi ellerine aldılar.
Milyukov’un “liberal” hükümeti, müttefikler istediği için savaşı sürdürmekte ısrar etmişti. Kerenski’nin “devrimci” hükümeti de halkın taleplerine sağır kaldı. Köylünün “izinsiz” toprak almasına karşı sert yasalar çıkardı. Kerenski, orduyu cephede tutmak için elinden gelen her şeyi yaptı ve hatta “firar” için ölüm cezasını yeniden uygulamaya koydu. Ancak insanlar artık hükümeti görmezden geliyordu.
Durum, bir ülkenin gerçek gücünün herhangi bir parlamentoda veya hükümette değil halkın; savaşan, emek veren ve üretenlerin elinde olduğunu bir kez daha kanıtladı. Kerenski bir zamanlar Rusya’nın sevilen idolüydü, herhangi bir Çar’dan daha güçlüydü. Yine de otoritesi kayboldu, hükümeti düştü. İnsanlar onun davaya hizmet etmediğini anlayınca kendi hayatı için kaçmak zorunda kaldı. O, Geçici Hükümet’in başında iken gerçek güç, üyelerinin çoğu devrimci işçiler köylüler ve askerlerden oluşan Petrograd Sovyeti’ne geçmeye başladı.
Nüfusun farklı sınıflarından oluşan yapılarda -kendi çıkarları doğrultusunda kaçınılmaz olduğu gibi- Sovyet’te de çeşitli ve hatta karşıt görüşler temsil edildi. Ancak bu koşullar altında en büyük etki her zaman halkın en derin duygularını ve ihtiyaçlarını dile getiren kişilerin etkisidir. Bu nedenle Sovyet’teki daha devrimci unsurlar, insanların gerçek isteklerini ve özlemlerini ifade ettikleri için yavaş yavaş hakimiyet kazandılar.
Sovyet içinde, Rusya’nın özgürlüğe ve refaha kavuşması için gereken tek şeyin Birleşik Devletler’inkine benzer bir anayasa olduğunu savunanlar vardı. Kapitalizmin iyi olduğunu iddia ettiler: Zengin ve fakir, efendiler ve hizmetkarlar olmalı; insanlar, demokratik bir hükümetin kendilerine vereceği hak ve özgürlüklerden memnun olmalıdır. Bunlar, Rusya’daki anayasal demokratlardı. Etkilerini çabucak kaybettiler çünkü “saf” Rus işçileri ve köylüleri özgürlüğün, kâğıt üzerindeki haklar ve özgürlükler olmadığını, çalışma ve emeklerinin meyvelerinden yararlanma şansı olduğunu biliyorlardı. Anayasası ve Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerika’yı örnek gösterdiler ve o ülkede anayasal olarak var olan adaletsizlik, yolsuzluk ve ücretli köleliği önemsemediklerini söylediler.
Bir sonraki daha liberal unsur, Menşevik olarak bilinen sosyal demokratlardı. Sosyalistler olarak kapitalizmin ortadan kaldırılacağına inandılar ancak devrimin bunu yapmanın zamanı olmadığını ilan ettiler. Neden bunu söylediler? Çünkü devrimin -öyle görünse bile- proleter bir devrim olmadığı iddia ettiler. Şu an toplumsal bir devrim olamayacağını ve bu nedenle ülkenin temel ekonomik koşullarını değiştirmemesi gerektiğini savundular. Onlara göre bu yalnızca bir burjuva devrimiydi, siyasi bir devrimdi ve bu nedenle yalnızca siyasi değişiklikler yapmalıydı. Menşevikler bunun bir burjuva devriminden başka bir şey olamayacağını ileri sürdü. Zaten ‘büyük’ Karl Marks, proleter devrimin ancak kapitalizmin en yüksek gelişme aşamasına ulaştığı bir ülkede gerçekleşebileceğini öğretmemiş miydi? Rusya, endüstriyel olarak çok geri kalmıştı ve bu nedenle, devrimi proleter olarak görmek Marks’ın öğretilerine aykırı olacaktı. Bu nedenle kapitalizm Rusya’da kalmalı ve insanlar ücret köleliğini kaldırmayı düşünmeden önce kapitalizme olgunlaşma şansı verilmelidir.
Sosyal demokratların Rusya işçileri arasında çok takipçisi vardı, birçok işçi sendikası Menşevik’ti. Ancak devrimin -yalnızca Marks elli yıl önce olamayacağını söylediği için- proleter olmadığı iddiası emekçilerin ilgisini çekmedi. Devrimi gerçekleştirmişlerdi, mücadele etmişler ve bunun için kan dökmüşlerdi. Çarı ve onun kliğini kovmuşlardı ve şimdi de sanayi patronlarını kovuyorlar, böylece ücretli köleliği ve kapitalizmi ortadan kaldırıyorlardı. Uzun bir süre önce ölmüş bir adam bunun yapılamayacağına inanıyor diye pratikte yaptıkları şeyi neden teoriye göre yapamadıklarını anlayamıyorlardı. Sosyalist liderlerin mantığı onlar için fazla ‘bilimsel’di. Sağduyuları onlara bunun tamamen saçmalık olduğunu söyledi ve Menşevikler, işçiler arasındaki takipçilerinin çoğunu kaybetti.
Diğer bir siyasi partiye Sosyalist Devrimciler adı verildi. Bu partide, geçmişte Çarlığa karşı aktif mücadele etmiş birçok devrimci vardı. Sosyalist Devrimciler’in, başta çiftçi nüfusu olmak üzere çok sayıda taraftarı vardı. Ancak ülke buna karşı çıkarken savaşın devamı için tavır alarak onları yabancılaştırdılar. Bu tavır partide de bir bölünmeye neden oldu, muhafazakâr unsur Sağ Sosyalist Devrimciler olarak anılırken daha devrimci hizip kendisine Sol Sosyalist Devrimciler adını verdi. Çar döneminde uzun yıllar Sibirya’da hapis cezasına çarptırılmış olan Maria Spiridonova liderliğindeki ikincisi, savaşın sona ermesini savundu ve özellikle daha yoksul tarım nüfusu içinde çok önemli bir takipçi kitlesi elde etti.
Rusya’daki en radikal unsur; derhal barış, köylüler için özgür toprak, üretim ve dağıtım araçlarının toplumsallaşmasını talep eden anarşistlerdi. Herkes için eşit haklar, kapitalizmin ve ücretli köleliğin kaldırılması ve hiç kimseye özel ayrıcalıklar verilmemesini istediler. Toprak, fabrikalar ve değirmenler, üretim makineleri ve dağıtım araçları tüm halkın malı olacaktı. Herkes yeteneğine göre çalışacak ve ihtiyaçlarına göre alabilecekti. Herkes için tam özgürlük ve karşılıklı çıkarlar temelinde ortak kullanım olacaktı. Anarşistler, iktidarı herhangi bir hükümete devretmeye veya bir siyasi partinin otoritesine karşıydı. Her türden hükümetin devrimi bastıracağını ve işçileri zaten elde ettikleri sonuçlardan mahrum edeceğini söylediler. Bir ülkenin yaşamının ve refahının siyasete değil ekonomiye bağlı olduğunu savundular. Yani insanların istediği yaşamak, çalışmak ve ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunun için siyaset değil duyarlı bir ekonomi yönetimi gereklidir. Siyasetin, yaşamalarına yardım etmek değil insanları yönetmek ve onlara hükmetmek için bir oyun olduğu konusunda ısrar ettiler. Kısacası anarşistler; emekçilere kimsenin bir daha efendi olmasına izin vermemelerini, siyasi hükümeti ortadan kaldırmalarını ve tarımsal, endüstriyel ve toplumsal işlerini yöneticiler ve sömürücülerin yararına değil herkesin iyiliği için işletmelerini tavsiye ettiler. Halkı kendi örgütleri aracılığıyla Sovyetlerinin yanında olmaya ve çıkarlarını korumaya çağırdılar.
Anarşistlerin sayısı nispeten azdı. En devrimci unsur olarak Çarlık rejimi tarafından sosyalistlerden daha kötü zulüm gördüler. Birçoğu idam edildi, diğerleri hapsedildi ve örgütleri yasadışı ilan edilerek bastırıldı. Anarşistlere yakın olmak çok tehlikeliydi ve örgütlenme çalışmaları son derece zordu. Bu nedenle anarşistler 120 milyon nüfusa sahip geniş bir ülkede halkın geneli üzerinde çok fazla etki yaratamıyorlardı.
Ancak fikirlerinin insanların doğal içgüdülerine hitap etmesi bakımından büyük bir avantajları vardı. Anarşistler, yetenekleri ve sınırlı güçleri ölçüsünde barış, toprak ve ekmek talebini teşvik ettiler, bu taleplerin doğrudan kamulaştırma ve özgür bir komünal yaşamın oluşturulması yoluyla gerçekleştirilmesi için aktif olarak çabaladılar.
Rusya’da anarşistlerden çok daha kalabalık olan bir siyasi parti vardı. Bu parti, anarşist fikirlerin değerini anladı ve bunları gerçekleştirmek için çalışmaya koyuldu.
Bolşevikler.
Çev. Burak Aktaş