Anarşizm Nedir? (7): Kilise ve Okul – Alexander Berkman

  Alexander Berkman

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 7. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere buradan ulaşabilirsiniz.

BÖLÜM 7: KİLİSE VE OKUL 

Evet dostum, hep böyleydi. Yani yasa ve devlet her zaman efendilerin tarafındaydı. Zenginler ve güçlüler, kilisenin ve okulun yardımıyla sizi her zaman “Tanrı’nın iradesi” ile uyuşturdu. 

Peki her zaman böyle olmak zorunda mı? 

Eskiden halk bazı tiranların -bir çarın ya da başka bir otokratın- kölesi olduğunda, kilise (her din ve mezhepten) köleliğin ‘Tanrı’nın iradesi’ ile var olduğunu, bunun iyi ve gerekli olduğunu öğretti. Başka türlü olamazdı ve Tanrı’nın iradesine karşı olan herkes inançsız, kafir ve günahkardı. 

Okul, bunun doğru ve adil olduğunu, tiranın “Tanrı’nın lütfuyla” yönettiğini, otoritesinin sorgulanmayacağını ve kendisine hizmet edilip itaat edilmesi gerektiğini öğretti. 

Halk buna inandı ve köle olarak kaldı. 

Ama yavaş yavaş köleliğin yanlış olduğu sonucuna varan bazı kişiler ortaya çıktı: Bir insanın bütün bir halka boyun eğdirmesi, halkın hayatının ve emeğinin efendisi olması doğru değildi. Ve insanların arasına karışıp onlara ne düşündüklerini söylediler. 

Sonra tiranın hükümeti bu insanlara saldırdı. Ülkenin yasalarını çiğnemekle suçlandılar; huzur bozanlar, suçlular ve halk düşmanları olarak adlandırıldılar. Öldürüldüler; kilise ve okul, Tanrı’nın ve insanın yasalarına karşı isyancılar olarak ölümü zaten hak ettiklerini söyledi. Ve köleler de buna inandı. 

Ancak gerçek, sonsuza kadar bastırılamaz. Giderek daha fazla insan, öldürülen “kışkırtıcıların” haklı olduğunu görmeye başladı. Köleliğin onlar için yanlış ve kötü olduğunu anlamaya başladılar ve sayıları her gün daha da arttı. Tiran onları bastırmak için sert yasalar çıkardı; devlet onları ve onların “korkunç planlarını” durdurmak için her şeyi yaptı. Kilise ve okul bu insanları kınadı. Yakalandılar, zulme uğradılar ve idam edildiler. 

Bazen çarmıha gerilir, çivilenir ya da kafaları bir balta ile kesilirdi. Bazen de boğularak öldürülürler, kazıkta yakılırlar, dörde bölünürler veya atlara bağlanıp yavaşça parçalanırlardı. 

Bunlar çeşitli ülkelerde kilise, okul ve yasa, hatta çoğu zaman kandırılmış güruh tarafından yapılırdı ve bugün müzelerde hala insanlara gerçeği söylemeyi deneyenleri cezalandırmak için kullanılan işkence ve cinayet aletlerini görebilirsiniz.  

Ancak işkence ve cinayete rağmen; yasaya ve devlete rağmen; kiliseye, okula ve basına rağmen; insanların “Her zaman böyleydi ve öyle kalması gerekiyor.” diye ısrar etmelerine rağmen sonunda kölelik kaldırıldı. 

Daha sonra, serflik günlerinde, soylular insanlar üzerinde hükmettiklerinde, kilise ve okul tekrardan hükümdarların ve zenginlerin yanında yer aldı. Halkı isyankâr olmaya cesaret ederlerse, efendilerine itaat etmeyi reddederlerse Tanrı’nın gazabına uğrayacaklarını söyleyerek tehdit ettiler. Yasaya meydan okumaya cüret eden ve daha büyük özgürlük, refah müjdesini dile getiren “rahatsız edici” ve sapkınların başlarına en büyük kötülükleri getirdiler. Bu “halk düşmanları” yine takip edildi, zulme uğradı ve öldürüldü ancak günü gelince serflik de kaldırıldı.  

Serflik yerini ücretli köleliğiyle kapitalizme bıraktı, kilise ve okulun tekrardan efendinin yanında olduğunu görüyorsun. Yine halkın özgür ve mutlu olmasını dileyen dinsizlere, “kâfirlere” karşı gürlüyorlar. Yine kilise ve okul sana “Tanrı’nın iradesi” hakkında vaaz veriyor: Kapitalizm iyi ve gereklidir, efendilere karşı itaatkâr olunmalıdır çünkü zengin ve fakir olmak “Tanrı’nın isteğidir” ve ona karşı çıkan kişi günahkâr, uyumsuz, anarşisttir. 

Görüyorsun ki kilise ve okul geçmişte olduğu gibi hala kölelere karşı efendilerle birlikte. Renklerini bukalemun gibi değiştirebilirler ama doğalarını asla değiştiremezler. Hâlâ fakirlere karşı zenginlerden, zayıflara karşı güçlülerden, özgürlük ve adalete karşı “yasa ve düzen”den yanalar. 

Şimdi -tıpkı eskiden olduğu gibi- insanlara efendilerine saygı duymayı ve itaat etmeyi öğretiyorlar. Tiranın kral olduğu zamanda kilise ve okul, kralın “yasa ve düzenine” karşı saygıyı ve itaat etmeyi öğretti. Kral lağvedilip cumhuriyet kurulduğunda, kilise ve okul cumhuriyetçi “kanun ve düzen”e karşı saygıyı ve itaat etmeyi öğretti. İTAAT ET! Bu, tiran ne kadar aşağılık olursa olsun, onun “yasası ve adaleti” ne kadar baskıcı ve adaletsiz olursa olsun, kilisenin ve okulun her zamanki mottosudur. 

İTAAT ET! Çünkü otoriteye itaat etmeyi bırakırsan kendini düşünmeye başlayabilirsin! Bu, kilise ve okulun başına gelen en büyük talihsizlik “yasa ve düzen” için de en büyük tehlike olacaktır. O zaman sana öğrettikleri her şeyin bir yalan olduğunu; çalışmaya, acı çekmeye ve sessiz kalmaya devam etmen için seni zihninle ve bedeninle köleleştirmek amacıyla öğretildiğini anlarsın. 

Bu senin açından bir uyanış, efendi için, kilise ve okul için de en büyük felaket olacaktır.  

Ama benimle buraya kadar geldiysen, kendini düşünmeye şimdi başladıysan, kapitalizmin seni soyduğunu anlarsan ve devletin “yasa ve düzen” ile ona yardım etmek için orada olduğunu anlarsan; kurumsallaşmış din ve eğitimin seni yalnızca kandırmaya ve esaret altında tutmaya hizmet ettiğini anlarsan, haklı olarak öfkeli hissedebilir ve “Dünyada adalet yok mu?” diye bağırabilirsin.  

Çev. Burak Aktaş