Tanrı yok, Patron yok, Koca yok: Dünyanın ilk anarşist-feminist grubu

  Kadın / LGBTİ

(Maxine Molyneux, No God, No Boss, No Husband: Anarchist Feminism in Nineteenth-Century Argentina kitabından bir bölümün çevirisidir.)

 

Dünyanın ilk açıkça anarşist-feminist olan grubu 19. yüzyılda Arjantin’de yükselen anarşist hareketin bir parçası olarak oluşturuldu. İlk anarko-feminist gazete olan La Voz de la Mujer’i (Kadının Sesi) çıkardılar. Üzücü bir şekilde, Arjantin’de anarko-feminizmin tarihi nadir kabul görüyor; en iyi ihtimalle geçerken değiniliyor, en kötü ihtimalle görmezden geliniyor veya unutuluyor.

 

La Voz de la Mujer, Buenos Aires’te 8 Ocak 1896’da başlayıp neredeyse tam bir yıl sonra yılbaşında sona ermek üzere yalnızca dokuz kez yayınlandı. Gazetenin bağışçıları arasında “Kadın İntikamcılar Grubu,” “Burjuvazinin Kafalarıyla Top Doldurmak İsteyenler,” “Yaşasın Dinamit,” “Yaşasın Özgür Aşk,” “Bir Feminist,” “Burjuvayı Yutan Dişi Yılan,” “Bira Dolu,” “Kadınlara Dost Bir Adam” vardı. Çoğu İspanyolca yazılmakla birlikte, yalnızca ara sıra İtalyanca yazılmıştı. Anarşist feminizm Arjantin’e İspanya’dan geldiği için bu şaşırtıcı değil. İtalyan basınındaki feminist materyaller bile büyük ölçüde İspanyol yazarlar tarafından yazılmıştı. Gazetenin kendi adını taşıyan başka bir versiyonu eyaletin Rosario kasabasında yayınlandı (editörü Virginia Bolten, hükümete siyasi örgütlerde aktif olan göçmenleri sınır dışı etme yetkisi veren İkamet Yasası uyarınca 1902’de sınır dışı edildiği bilinen tek kadındı). Bolten’in sürgüne gönderildiği Montevideo’da bir başka La Voz de la Mujer yayınlandı.

 

La Voz de la Mujer kendisini “Komünist Anarşizmin ilerlemesine adanmış” olarak tanımladı. Ana teması, kadınların ezilmesinin çoklu doğasıydı. Bir başyazıda, “Günümüz toplumunda hiçbir şeyin ve hiç kimsenin talihsiz kadınlardan daha sefil bir duruma sahip olmadığına inanıyoruz.” deniyordu. Kadınların, burjuva toplumu ve erkekler tarafından iki kez ezildiğini söylediler. Feminizmi, evliliğe ve kadınlar üzerindeki erkek iktidarına yönelik saldırısında görülebilir. Katkıda bulunanlar, başka yerlerdeki anarşist feministler gibi, cinsiyet baskısına odaklanan bir baskı kavramı geliştirdiler. Evlilik, kadınların cinsel özgürlükleri dahil tüm özgürlüklerini kısıtlayan bir burjuva kurumuydu. Sevgisiz girilen evlilikler, arzudan çok korkuyla sürdürülen sadakat, nefret ettikleri erkekler tarafından kadınların baskı altına alınması – bunların hepsi evlilik sözleşmesinin ima ettiği zorlamanın belirtileri olarak görülüyordu. Anarşist feministlerin üzüldükleri ve önce özgür aşk yoluyla, sonra ve daha kapsamlı olarak toplumsal devrim yoluyla çare bulmaya çalıştıkları şey, bireyin iradesinin bu yabancılaşmasıydı.

 

La Voz de la Mujer kadınlar tarafından kadınlar için yazılmış bir gazeteydi, Güney Amerika işçi hareketi içindeki açıkça feminist bir akımın bağımsız bir ifadesiydi ve feminist fikirlerin devrimci ve işçi sınıfı oryantasyonuyla kaynaşmasının kaydedilen ilk örneklerinden biriydi. Emma Goldman, Louise Michel ve Voltairine de Cleyre’de olduğu gibi, ataerkiye karşı mücadeleyi, ekonomik ve sosyal sınıflara ve hiyerarşilere karşı daha geniş bir mücadelenin parçasına yerleştiren bir işçi sınıfı hareketi olarak ana akım feminizmden ayrıldı. Feminizmleri “burjuva” ya da “reformist” diye reddedilen eğitimli orta sınıf kadınları merkezine almıyordu.

 

Anarşist feminizm, 1890’larda Buenos Aires’te, ekonominin büyümesinin, geniş ölçekte göç yoluyla karşılanan emek talebini artırdığı yerde ortaya çıktı. En büyük etnik grup İtalyanlardı, ardından İspanyollar ve Fransızlar geldi. La Voz de la Mujer‘i üreten grup bu göçmen toplulukları arasında ortaya çıktı ve aktif oldu. Amerika’nın başka yerlerinde olduğu gibi, Anarşizm aslen güçlü bir Anarşist hareketin olduğu Avrupa ülkelerinden -İtalya, İspanya ve Fransa- göçmenler tarafından ithal edildi. Anarşist gruplar ve yayınlar ilk olarak 1860’lar ve 1870’lerde ortaya çıktı ve Arjantin’deki toplumsal durumdan dolayı kendisine verimli toprak buldu. Anarşistler, parçası oldukları göçmen gruplarında olduğu gibi Arjantin’deki işçi sınıfı hareketinin ayrılmaz bir parçası oldu ve fikirlerini ve mücadelesini şekillendirdi. Anarşistler ilk sendikalardan bazılarının kurulmasına yardım etti, eylemler ve grevler örgütledi.

 

La Voz de la Mujer, yarım yüzyıllık kesintisiz Anarşist faaliyetten sonra ortaya çıktı. Komünist-anarşist geleneğin bir parçasıydı ve mevcut toplumu devirmeye ve “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre ilkesiyle” örgütlenmiş yeni, adil ve eşitlikçi bir toplumsal düzenin yaratılmasına adanmıştı. Başka yerlerde olduğu gibi, İspanyol aktivistlerden gelen anarşist feminizme yönelik ana dürtüyle farklı bir feminist akım gelişti (ancak Errico Malatesta ve Pietro Gori gibi İtalyan sürgünler, dergilerinde ve makalelerinde feminist fikirleri desteklediler). Kadınlar için eşit ücret bir talep olarak gündeme getirildi ve 1901’de Arjantin İşçi Federasyonu’ndaki önemli sayıda işçi sendikası tarafından desteklendi.

 

La Voz de la Mujer‘in reform karşıtı militan duruşu, bir yıl sürdüğü ve her sayıdan 1.000 ila 2.000 kopya bastığı için Buenos Aires, La Plata ve Rosario şehirlerindeki kadın işçiler arasında tepki uyandırdı; bu, döneminin Anarşist gazeteleri için saygın bir sayıdır. Editörleri, geniş İspanyol ve İtalyan topluluklarından seçilmişti ve kendilerini işçi sınıfının kadınları olarak özdeşleştiriyorlardı. Anarşist bir gazete olarak ayırt edici özelliği, kadınların ezilmesinin özgüllüğünü kabul etmesinde yatıyor. Kadınları hem kadın hem de işçi olarak boyun eğdirilmelerine karşı harekete geçmeye çağırdı. İlk başyazısı, kadınların yazgısının tutkulu bir reddiydi:

 

“Çok fazla gözyaşı ve sefaletten bıktık; çocukların bitmek bilmez angaryasından bıktık (onları sevsek de); izin almaktan ve yalvarmaktan bıktık; rezil sömürücülerin ve aşağılık kocaların oyuncağı olmaktan bıktık, toplum konserinde sesimizi yükseltmeye karar verdik ve evet, hayatın ziyafetinde biraz da olsa keyfimizi talep etmeye karar verdik.”

 

Ortaya çıkışları, anarşist hareketin geri kalanından sessizlik ve düşmanlıktan övgüye kadar değişen karışık yanıtlar aldı. Bir gazete bunu özellikle sıcak bir şekilde karşıladı ve şunları söyledi: “Bir grup militan kadın, anarşinin kara bayrağını açtı ve hem işte hem de sefalette yoldaşları arasında propaganda yapmak için bir dergi yayınlamayı planlıyor. Bu projenin yiğit öncülerini selamlıyor, aynı zamanda tüm yoldaşlarımızı da onlara destek vermeye çağırıyoruz.” Anarşist basının önemli bir bölümü o zamanlar feminist meselelere sempati duyduğundan, bu şaşırtıcı değildi. Arjantin’de 1890’ların ortalarında, kadınların eşitliği ve özellikle evlilik, aile, fuhuş ve kadınların erkeklerin egemenliğine girmesiyle ilgili konuların artan bir şekilde ele alındığı görüldü. Hatta bazı gazeteler “kadın sorununa” ayrılmış özel bir dizi broşür yayınladı. Malatesta’nın 1883’te Arjantin’e geldiğinde kurduğu İtalyanca gazete La Questione Sociale, “özellikle kadınların sorunlarının analizine adanmış” bir dizi broşür yayınladı. İlk kez 1897’de çıkan Germinal dergisi, özellikle “kadın sorunu”nu ele almış ve “Feminizm” genel başlığı altında çeşitli yazılara yer vermiş ve kendisine yöneltilen sadece “zarif küçük hanımların” yaratımı olduğu suçlamalarına karşı “feminizmin son derece devrimci ve adil karakterini” savunmuştur. Anarşist basındaki feminist materyalin tamamı olmasa da çoğu, kadınlar tarafından yazılmış gibi görünüyor.

 

Yine de, anarşist saflar içinde prensipte feminizme yönelik bu bariz sempati, pratikte önemli bir muhalefetle karşılaştı. La Voz de la Mujer‘in ilk sayısı hatırı sayılır bir düşmanlık uyandırmış gibi görünüyor, çünkü sonraki sayıda editörler hareket içindeki erkekler arasında yaygın olan antifeminist tavırlara kesin bir dille saldırdılar:

 

“Biz kadınlar, her ne kadar değersiz ve cahil olsak da inisiyatif alıp La Voz de la Mujer‘i yayınladığımızda, siz modern düzenbazların, eski mekanik felsefenizle bizim inisiyatifimize nasıl tepki vereceğinizi bilmeliydik. Biz aptal kadınların inisiyatif sahibi olduğunu ve bunun bir düşünce ürünü olduğunu fark etmeliydiniz. La Voz de la Mujer’in ilk sayısı çıktı ve tabii ki kıyamet koptu: ‘Kadınları özgürleştirmek mi? Ne için?’ ‘Kadınları özgürleştirmek mi? Avcunu yalarsın!’ … ‘Önce bizim özgürleşmemiz gelsin, sonra biz erkekler özgürleştiğimizde, sizinkini göreceğiz.’”

 

Editörler, bu tür düşmanca bir tavır göz önüne alındığında, kadınların kadınlar için eşitlik talep etmede inisiyatif alma konusunda erkeklere güvenemeyeceği sonucuna vardı. Aynı sayıda “İdeali Bozanlara” başlıklı bir yazıda da erkekler uyarılmıştır: “Görevimizin çocuklarınızı büyütmek ve çamaşırlarınızı yıkamaktan ibaret olmadığını ve bizim de kendimizi özgürleştirme ve ekonomik ya da evlilikle ilgili her türlü vesayetten kurtulma hakkımız olduğunu kesinlikle anlasanız iyi olur.” Üçüncü sayıdaki başyazı, genel olarak erkek Anarşist yoldaşlara değil, sadece “Anarşizmin en güzel ideallerinden biri olan kadınların özgürleşmesini” savunmayan “sahte Anarşistlere” saldırdıklarını vurguluyordu.

 

Editörlerin öfkesi, Anarşizmin sadece erkekler için değil, tüm insanlık için özgürlük ve eşitliği savunduğu göz önüne alındığında haklıydı. Kadınlar ataerki tarafından ezildikleri için, ezilen bir grup olarak, kurtuluş mücadelelerinde Anarşist arkadaşlarından haklı olarak destek talep edebilirlerdi. Ancak birçok erkek anarşist için bu tür meseleler “devrim sonrasına” kadar görmezden gelinebilirdi ki La Voz de la Mujer‘in editörleri haklı olarak bu durumu erkeklerin çıkarlarına hizmet ettiği gerekçesiyle reddetti. Anarşizmin, ekonomik sömürüye vurgu yapan diğer sosyalizm ekollerine kıyasla ataerkilliğe karşı mücadeleye daha fazla yer vermesi şaşırtıcı değildir. Ancak feminizme verilen bu teorik destek, çoğu zaman uygulamada cinsiyetçilikle ilişkilendirilmemiştir.

 

Feministlerin neden Anarşizme ilgi duyduklarını ve erkek anarşist ikiyüzlülüğüne neden bu kadar haklı olarak karşı çıktıklarını anlamak zor değildir. Temel fikirleri, evlilik ve aile içinde kadınlar üzerindeki iktidar da dahil olmak üzere otoriteye karşı mücadeleyi vurgular. Tüm anarşistler ilişkiler içinde özgürlük arayışında olmalıdır. Anarşistlerin baskı ve iktidar ilişkilerine yaptıkları vurgu, kadınların aynı anda hem sınıflı toplumun hem de erkek otoritesinin kurbanları olarak görülebilecekleri bir alan açmıştır. La Voz de la Mujer‘in dördüncü sayısında ifade ettiği gibi: “Otoriteden nefret ediyoruz çünkü otorite, din ya da başka herhangi bir isim altında ‘bir başkasının’ iradesi tarafından yönlendirilen makineler değil, insan olmayı arzuluyoruz.” La Voz de la Mujer‘in amacı, destekçilerinden birinin altına “Tanrı Yok, Patron Yok, Koca Yok” imzasını atmasıyla en iyi şekilde özetlenmiştir.