Ölmeyen Mağluplar – Virgilia D’Andrea

  Anarşizm, Kadın / LGBTİ

Virgilia D’Andrea 11 Şubat 1890’da İtalya’nın Sulmona kentinde orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 6 yaşındayken ailesini kaybetti ve yatılı bir Katolik okuluna gönderildi. Anarşizmle ilk teması 12 yaşındayken, 1900 yılında Gaetano Bresci’nin İtalya Kralı’na düzenlediği suikastla ilgili haberler sayesinde oldu. 18’ine geldiğinde bu okula daha fazla tahammül edemezdi, öğretmen olmak için ayrıldı. Eğitimi boyunca, eğitim müfredatının oldukça dışında yüzlerce kitap okuyan D’Andrea, şiire yakınlık duymaya başladı ve entelektüel yolculuğunda radikal anarşist politikaları özümsedi.

Toplumsal mücadele onu kısa sürede ele geçirdi. Bu mücadelenin girdabında kendini anarşizmin şairi; güzelliğin, mutluluğun ve bolluğun herkese ait olduğu bir toplum inşa etme özlemi duyan halkın öğretmeni ve kapitalizmin köleliğinden, dinin hurafelerinden, devletin zorbalığından kurtulmak için mücadele eden bir direnişçi olarak buldu. Dönemin anarşistleri tarafından “cesaret ve en çok da sevgi dolu” olarak anlatılan D’Andrea, 1914’teki Kızıl Hafta’da, proletarya egemen sınıfa karşı silahlarıyla ayaklandığında oradaydı. “Faşizme saldırmak insanlığın bugününü ve geleceğini savunmak anlamına gelir.” diyen D’Andrea 1920’de, toplumsal devrimin yaklaştığı düşünülürken, İtalyan proletaryasıyla birlikte kurtuluşun umutlarını paylaştı. O dönemde İtalyan işçileri fabrikaları ve atölyeleri ele geçirip neredeyse tamamen kontrol altına alırken, köylüler de toprağın kontrolünü ele geçiriyordu. Her iki hareket de sosyalist parti ve liderlerinin hata ve ihaneti nedeniyle olgunlaşamadı.

Birinci Dünya Savaşı boyunca savaş karşıtı hareketin tam ortasındaydı. Anti militarist ve anarko sendikalist (USI) etkinlik ve eylemlere katılarak konuşmalar yapıyor, hareketin gazete ve dergileri için şiirler ve yazılar yazıyordu. 1922’de en bilinen eseri olan Tormento (Azap) adlı şiir kitabı yayınlandı.

Devletin, etkili ve tehlikeli bir radikal savaş karşıtı ajitatör olarak gördüğü D’Andrea için İtalya’da faşizmin yükselişi hapis ve nihayetinde sürgünle sonuçlandı. Almanya, Hollanda ve Fransa’nın ardından ABD’ye gitmek zorunda kalmıştı. Gittiği her yerde mücadeleyi sürdürdü; Sacco ve Vanzetti’yi kurtarma kampanyasında da vardı, özgür aşk savunusunda da, faşizme karşı mücadelede de. New York’ta kanserden yaşamını yitirdiğinde 43 yaşındaydı. Kendisi tarafından yazılmış bir yazının çevirisini sizlerle paylaşıyoruz.

Anarşi, sefaletin, nefretin, batıl inançların yok edilmesini ve insanın insan üzerindeki baskısının ortadan kaldırılmasını, yani hükümetin ve mülkiyet tekelinin ortadan kaldırılmasını ifade eder.

 

İnsan bireyselliği, çeşitli ve farklı duygu ve duygulanımların yeni ufuklarının tüm vizyonunu kendi içinde barındırabilen derin ve gizemli bir dünyadır; bu nedenle birey, yani büyük evrensel uyumun bu hayati parçası, kendi ilhamlarına özgürce çıkış verebilmeli, ışık ve umut dolu gördüğü her yolu deneme şansına sahip olmalıdır. Faaliyetlerini, eğilimlerini ve kapasitelerini, bazen içinde çarpan ezoterik enerjilerini geliştirmekte özgür olmalıdır, bunların hepsi zaman ve mekan içinde değişebilir. Kendisini kendi kaderinin hakimi olarak hissetmeli ve kendi varoluşunun dümenini hayatının en yüce hayali olan limana doğru yönlendirmelidir.

 

Hükümetler, dinler, anavatanlar, ahlaki değerler, kendi çıkarları doğrultusunda sadece bireysel istekleri tanımamakla kalmaz, aynı zamanda onları ihlal eder ve kurban eder. Hükümetler bireye baskı yapar. Dinler bireyin rasyonel yeteneklerini engeller. Anavatanlar onu savaşın felaketine ve girdabına iter. Ahlak onu, ihtiyaçları ve doğal eğilimleriyle doğrudan çelişen dayatmalar ve görevlerle boğmaktadır. Tanrıların önyargılarına, ahlak kurallarına ya da herhangi bir tahakküm veya boyun eğdirme biçimine ruhen bağlı olan insanın asla özgürleşemeyeceğine inanıyoruz. Bu nedenle mücadelemiz onu bu korkunç entelektüel ve ekonomik kısıtlamaların pençesinden kurtarmak içindir. Üyeleri üzerinde despotça tasarrufta bulunma hakkını kendinde gören topluma karşı isyan ediyoruz.

 

İnsan, alışkanlıkların ve yüzyıllar süren köleliğin çekiciyle beynine çakılmış olan şu gibi kavramları kökten değiştirmelidir: “Patronlar olmadan kimse çalışmaz”, “Tanrı olmadan hiçbir şey gelişmez” ve “Hükümet olmadan sosyal yaşam imkansızdır”.

 

Güzel ve büyük olan her şey, insanlığın tehlikeli yürüyüşüyle ve her zaman Tanrı’ya, efendilere ve hükümete karşı olarak elde edilir.

 

Düşüncenin ateşi, sanatın ihtişamı, harika keşifler, icatların cüreti, kısıtlamalarının zincirlerinden bıkan insanlığın onları parçaladığı ve daha geniş ve daha özgür bir ufkun esintisini solumak için sarhoş bir şekilde durduğu devrimci dönemlere aittir.

 

Yasalara saygı gösterilmesi ve yasaları çiğneyenlerin cezalandırılması için gerekli olan hükümet, yasama ve baskı olmadan düzensizlik ve suç olacağını iddia edenlere cevap veriyorum: Etrafınıza bakın, toplumsal yaşamın her alanındaki korkunç düzensizliği göremiyor musunuz? Yöneten otoriteye ve bastıran yasaya rağmen hüküm süren düzensizliği? Düzenlemelerin artmasının yasaları daha da sertleştirdiğini, baskı alanının genişlediğini ve ahlaksızlığın, aşağılanmanın, suçların ve hataların çoğaldığını göremiyor musunuz? Ve çok iğrenç olan adaletsizliklerin görüntüsü, ruhumuza ve hayatımıza işkence ederek önümüzde duruyor.

 

Herhangi bir bayrak, şöhret, bir serap ya da ilkeye saygı bahanesiyle, herhangi bir görünüşe rağmen, tekrarlanan basmakalıp formüllere rağmen iktidarı ele geçirmek, onunla temas kurmak, ona destek olmak, her zaman ve her yerde, insanlara, gruplara ve partilere yozlaşma getirir. İlerlemenin uyarıcıları olmak bir yana, muhafazakarlığın güçleri haline gelirler. Ve çok geçmeden, dünya onlara rağmen ilerlediği için, gericiliğin nedenlerine dönüşürler. İktidar insanın içindeki ve insanlar arasındaki en kötü şeyleri kullanır; aşağılık ve köle ruhlu olanları yükseltir, ödüllendirir ve yüceltir, kişisel bağımsızlık ve haysiyetten nefret eder ve cezalandırır.

 

Bize soruyorlar: Anarşistler ne zaman egemen olacak? Biz asla hükmetmeyeceğiz. Özgür gönüllü sözleşmelere dayalı, kimsenin iradesini diğerlerine dayatamayacağı, çünkü örgütlenmenin özgür olacağı ve bireyin feda edilmesinden ziyade büyüme ve gelişmeyle ilgileneceği bir toplumun gerçekleşeceği zamana kadar (bu zamanın uzaklığı bizden ne kadar uzak olduğunuza bağlıdır), bizim gibi ezilmek ya da ezmek istemeyen ve ezilenleri ilerletmek isteyenlerle birlikte her zaman yerimizde olacağız. İnsanlara, kendi iyilik ve mutluluklarını kendi ellerine alacakları zaman, kendi kurtuluşlarına giden yolu göstermek için tüm hükümetlerin dışında ve tüm hükümetlere karşı kalacağız.

 

Bize tekrar soruyorlar: O zaman her zaman mağlup olmayacak mısınız? Hayır! Sadece kendimizi, kazanmak için yenilmiş egemenlerin yerini almamız gerektiği konusunda kandırmamalıyız. Anarşi bugün, yarın ya da yüzyıllar sonra gerçekleştirilemese bile, bizim için esas olan bugün, yarın ve her zaman anarşiye doğru yürümektir. Özel mülkiyet kurumuna ya da hükümete vurulacak her darbe, yalanlarının ortaya çıkarılması, otoritenin kontrolünden çıkarılabilecek her insani faaliyet, inisiyatif ve dayanışma ruhunu arttırarak insanların vicdanını yüceltecek her çaba, anarşiye doğru atılmış bir adımdır.

 

Asıl idealle ona doğru gerçek ilerlemeyi ayırt etmeli ve bunu, acil iyileştirme bahanesiyle insanları otoriteye karşı mücadeleden uzaklaştıran ve efendilerin ve hükümetlerin iyiliği sayesinde bir şeylerin başarılabileceği umudunu vererek faaliyetlerini felç etme eğiliminde olan ikiyüzlü yasal reformlarla karıştırmamalıyız.

Çeviri: Anarşist Medya